9 Ağustos 2012 Perşembe

Helal Etmiyorum!


Çok değil bundan 15 gün sonra vatanı müdafaa etmek için asker olacağım. Ama şimdiden bilesin kardeşim, olur da şehit olursam, başbakana hakkımı helal etmiyorum.

Toplumsal olaylara bu kadar uzak, hayatı sadece ye, iç, eğlen olarak veya karı/kız peşinde koşarak bir ömrü feda eden kardeşim, seni korumak için verdiğim canımdan bir nebze olsun hakkım kaldıysa, sana hakkımı helal etmiyorum.

Cebi daha çok para görsün, daha çok ihale alsın diye, basiretsiz yöneticilere oy veren sen sevgili abicim, sana da etmiyorum hakkımı helal.

Korkusundan sus pus olan medya. Sana lanet okuyorum. Şehitlerin tabutlarını 20, Sibel Can'ın selülitlerini 1 dk gösterdiğin için. Suçsuz vatandaşların, intikam için içeri atılmasına sessiz kalan, hatta bunu haklı göstermek için elinden geleni yaptığın için hakkımı helal etmiyorum. Yandaşların aldığı ihalelere nasıl fesat karıştığını haber yapamadığın için tiksiniyor, hakkımı helal etmiyorum.

Spor konusuna gelince, karıncadan bir teneke yağ çıkaran adamların, toplumu ilgilendiren diğer konularda tek bir satır dahi yazmadığı için hakkımı onlara da helal etmiyorum.

Sadece AKP yandaşçılığı yapmak için, yapılan yanlışları görmezden gelenlere, hakkımı helal etmiyorum.

Bilirsiniz, askerlik peygamber ocağıdır. Olur da şehit düşersem, yukarıda saydığım kimseye hakkımı helal etmeyeceğim.

2 Ağustos 2012 Perşembe

Duyuru!


Evet yanlış görmediniz. Aylardır beklediğim askerlik durumum dün gece belli oldu ve mavilere bürünmeye "kütahya hava er eğitim tugay komutanlığına" gidiyorum. 24 Ağustos tarihinden itibaren blog yazmaya bir müddet "elimde olmayan" sebepler yüzünden ara vermek zorundayım. Tabi ki siz sevgili okurlarımı o zamana kadar yazılarımla coşturmaya devam edeceğim lakin, o tarihten itibaren bir daha yazmak nasip olur mu bilmiyorum. Neden "Jon Snow" gibi konuşmaya başladım hiçbir fikrim yok. Ahaha dur lan, şimdiden havaya girdim zaten;

Uçan Kaçan Fark Etmez,
Havacılar Affetmez!

Bir Fenerbahçe Klasiği


Artık klasik bir hal almadı mı sizce de Fenerbahçe'nin "Şampiyonlar Ligi Elemeleri" öncesi transfer yapmaması? Evet daha takım yeni, transferler henüz uyum sağlayamadı ama mental olarak hiç mi değişiklik olmaz bir takımda veya hocada?

Bütün Fenerbahçe'li taraftarların kanser olmasını sağlayabilecek bir "yan pas" durumu var bildiğiniz. Bunun nedeni oyuncuların topu ileri oynamaktaki beceriksizliği değil ne yazık ki. Tamamen Aykut hocanın oyun kurulumundaki taktiksel hatası. Şimdi tek tek özetlemeye çalışayım bu hataları.

Fenerbahçe kendi yarı sahasından oyun kurmaya başlarken, sağ ve sol bekler rakip sahaya doğru çıkıyor. Stoperler ise kanatlara doğru açılıyor. Orta sahanın ortasında oynayan iki oyuncu, Mehmet ve Baroni ise stoperlerin açtığı bu alana doğru kayıyor. İşte bütün bu yan pasların sebebi bu. Stoch, Alex ve Kuyt orta sahanın ortasına gelmek zorunda kalıyor bu durumda. Çünkü Fenerbahçe kalesi ile aralarında olması gereken stoperler beklere, onlara top getirecek oyuncular ise stoper oluyor. Bu arada yapılan bir top kaybı ise otomatik olarak tehlike oluyor. Ne Bekir, nede Egemen topu bir sonraki aşamaya taşıyacak oyuncular değil. Bu taktik varyasyon ile oynayacaksanız eğer, savunma hattınızda olması gereken Popescu, Puyol veya Pique tarzı bir stoper. Tabi ki de adının baş harfi "P" ile başlamak zorunda değil. Topu oyuna sokma beceresi önemli olan. Fenerbahçe'nin yıllardır bu yan pas hastalığının sebebi yani.

Bu şekilde mehter takımı gibi ileri çıkabiliyor Fenerbahçe ancak. Bu arada rakip savunmaya yerleşmiş, Alex gibi bu düğümü açabilecek oyuncular ise tehlike yaratacakları bölgelerden bir hayli uzaklaşmış oluyor. Sizin elinizde Iniesta, Xabi gibi oyuncular yok. Savunmadan top çıkartacak bir defans oyuncunuz yok. Baroni ve Mehmet Topal'a bu kadar yük bindirmeye de hakkınız yok. Eğer bütün bu hataların hepsini üst üste yaparsanız, Fenerbahçe'nin 3 hazırlık ve 1 resmi maçta yaptığı gibi sıkıntı yaşar, gol pozisyonuna girmekte zorlanırsınız.

Yapmanız gereken şey basit. Topu kademe kademe oynamak. Yani bütün blokları olduğu gibi ileri ve geri oynatmak.

İlk yarı tam bu eksen etrafında döndü. İkinci yarı ise orta sahaya gelip top alan Mehmet Topuz Vaslui savunmasını açtı. Ayrıca atılan uzun toplarda Kuyt arkadaşlarına kazandırmada etkili olunca, Fenerbahçe oyunu rakip alana yıktı ve kendi oyun sisteminde gol pozisyonları buldu.

"Bu turu atlarsak iyi transferler yaparız" mantığı 2 defa kaybettirdi Fenerbahçe'ye. Young Boys maçları bunun en güzel örneği. Elbette burada transfer edilmek istenen oyuncuların "turu atlayın, görüşelim" deme olasılığı da var ama, siz eğer Fenerbahçe kulübü olarak bu oyunculara bunu dedirtiyorsanız, suçlusunuz.

Şimdi eksikler daha iyi görüldü bence. Orta sahanın ortasına "OYUN KURMA ve TOPU ÖN ALANA GEÇİRME" özellikleri olan çok iyi bir oyuncu almak gerekiyor. Savunma hattına ise "TOPLA ÇIKABİLEN" bir stoper ve Sow'u yedekleyecek bir forvet. Ondan sonrası zaten çorap söküğü gibi gelecektir.

16 Temmuz 2012 Pazartesi

Peki Ama Neden?


Komplo teorilerini severim. Bazılarına inanmam ama, okuması zevkli olur. Aslında bir bakıma kişilerin olaylara bakış açılarını bile geliştirir. Merak uyandırır, zaman geçirmek için idealdir.

3 Temmuz sonrası bunlardan pek çok üretildi. Aslında cemaat-savcılık-Fenerbahçe arasında yazılan bu komplo teorilerinin gerçek olduğu ortaya çıktı. Neden olduğu henüz belli olmasa da, savcının ibretlik röportajı sırasında söylediği "3 ay geçtikten sonra unutulur sanmıştık" lafı, pek çok şeyin özetiydi. Savcılık makamı veya mahkeme yetkililerinin böyle bir beklentisi olamaz, olmamalı. Sonuçta mahkemeler en adil kararların çıkması için, adaletin dağıtımı için kurulmuş devlet organlarıdır. Diyelim ki bir adam öldürme davası sırasında savcı "davanın unutulmasını" bekler mi? Demek ki bu soruşturmanın arkasında birilerinin bir emeli, bir beklentisi var ki, bunun unutulması beklenmiş. Saçma sapan bir davanın önde bayrak tutanlarının yüzüne vurulmuş bir şaplaktır bu. Aslında dönüp dolaşıp aynı yere geliyoruz. Ülkemizin en büyük problemi değil mi, hoşlanmadığımız kişi veya kurumların haksızlığa uğradıklarında susmamız?

Yazının konusu aslında şike davası temelli gibi dursa da değil. Konumuz halkı ve taraftarı dolandırmayı bir "spor" haline getirmiş Ünal Aysal. http://golsmacservis.blogspot.com/2012/07/gsaray-saibeleri-mali-usulsuzlukler.html bu yazı gerçekten herkesin okuması gereken, okudukça insanı "vay anam serhat neler dönmüş?" kıvamına getiren bir yazı, hatta derleme.

Şimdi İMKB'de işlem gören Galatasaray hisseleri üzerinden nasıl dolandırıldığını küçük hissedarların yazmıştım. Yukarıda paylaştığım yazı da oldukça detaylı. Bunu tekrar yazmaya gerek görmüyorum. Benim bu yazı da kaleme almak istediğim şey, bütün bu yaptıklarına rağmen, neden hiçbir cezai işlem uygulanmaması? Hatta bunun önünün açılması ve göz yumulması.

Neden bilmiyorum ama bana sanki bir diyet ödeniyormuş gibi geliyor. Galatasaray bazı şeyler için kullanılıyor ve insanlar bunun farkında bile değil. Yaptıkları her usulsüzlük ya hasır altı ediliyor, yada basında yazılıp çizilmesine rağmen görmezden geliniyor. Bakın savcılık makamının Fenerbahçe'yi suçladığı iddialarından en önemlileri transfer şikeleri üzerindeydi. Şimdi geçtiğimiz sezon Galatasaray bunu tam 4 kez yaptı. Ne büyük medya kuruluşlarında bunun hakkında bir kalem oynadı, nede o çok beğendiğimiz Galatasaray bloggerları bir çift kelam etti bunun hakkında. Yazıyorum tek tek;

Manisaspor - Yiğit Gökoğlan - Maçtan hemen önce kendisine transfer teklifi yapıldığı ortaya çıktı.

Kayserispor - Nordin Amrabat - Yine bir maç öncesi teklifi ile aklı çelinen Amrabat teknik kadroya rest çekti. Maçtan sonra A2 takıma kadar gönderilmeyi göze aldı. Olaylar büyüdü.

Orduspor - Culio - Ordu deplasmanında takımın başında Metin Diyadin varken ve takımı düşüşte iken Galatasaray'a karşı oynayan Culio, ikinci yarı takımın başına geçen Hector Cuper sonrası alınan başarılı sonuçların ardından TT Arena'da ki maçta, ne hikmetse birden "eski takımına karşı oynamak istemediğini" belirtti. 4 Temmuz sabahı yapılan antrenmanda takımdaki yerini aldı(!)

Antalyaspor - Necati Ateş - Antalyaspor başarılı maçlar çıkartıyor, Necati ise Galatasaray'dan sonra kaybettiği formunu yakalamış, tekrar takımının yıldızı olmuştu. Galatasaray Antalya maçı öncesi kendisine transfer teklif etmiş, 01.02.2012 tarihinde (tam maçın olduğu gün) sözleşme karşılıklı olarak fesih edilmiş. Aynı gün Galatasaray ile Necati sözleşme imzalamış. Necati'nin o kadar Galatasaray'lılık damarı kabarmış ki, kulübünden alacağı 500 bin euro gibi bir parayı bile almaktan vazgeçmiş, Galatasaray'a gelebilmek için.

Trabzonspor- Burak Yılmaz - Sezonun en kritik maçlarından birisi. Şüphesiz ki herkes Galatasaray - Trabzonspor maçının nasıl biteceğini biliyor. Trabzonspor'un en etkili oyuncusu Burak Yılmaz aniden (!) sakatlanıyor ve Galatasaray maçında oynamıyor. Hatta İstinye Park semalarında Gökhan Zan ve ardından Selçuk İnan ile yemek yerken görüntüleniyor. Maç sonu uçağı kaçıyor, resim olmasa dahi Burak'ın derbi sonrası Galatasaray'lı oyuncular ile eğlendiği söyleniyor. 02.05 tarihinde oynanan maçta ise Burak'ın kaçırdığı goller izleyenleri gülme krizine sokuyor.

İşte transfer şikesinin nasıl olduğuna dair kanıt olabilecek olaylar. Unutmayın Fenerbahçe başkanı ve yöneticileri bu yüzden Bir (1) yıl boyunca tutuklu olarak yargılandı. Emenike gibi bir takımın kaderini baştan yazabilecek bir oyuncu üzerine muz kabuğu atılarak yabancı şubede suçlu muamelesi gördü ve ülkeden kaçar gibi uzaklaştı. Fenerbahçe'den ayrılmak isteyen oyuncunun bonservisi o dönem 11 milyon euro iken, şuan ki bedeli 25 milyon euro. Ayrıca savcının o ibretlik röportajında söylediği gibi "1 yıl önceki haberlerin %90'ı yalandı" lafı bunun en güzel özeti. Emenike'nin para sayarken görüntülerini bırakın, Fenerbahçe'li bir yönetici ile çekilen bir karesi bile yokken, Burak Yılmaz'ın çarşaf çarşaf resimleri var.

Gelelim kayıp 1,5 milyon dolarlık davaya. Fenerbahçe'nin muhasebe kayıtlarını inceleyen bilirkişilerin tek bir kuruş kayıp, veya açıklanamayan bir para transferi bulamadığı ortamda kulüp yöneticileri bir yıl içeride yattı. Galatasaray SK eski başkanı Adnan Polat'ın kulüpten çıkan 1,5 milyon dolarlık makbuzu beyan edememesi, kulübün ise "taşınırken makbuzu kaybettik" açıklaması bu davanın 5 dakika gibi rekor bir sürede bitmesinde yeterli oldu. Adnan Polat parayı Song'a verdik demesine rağmen, Song ifadesi alınmak üzere ülkeye davet bile edilmedi. Ne hikmetse bu 16 dakika uzayarak tarihe geçen, Denizlispor maçı öncesi olan bir olaydı. Hani Adnan Polat'ın "yukarıdan vahiy geldi, 20,45'de şampiyonuz" dediği sene. Bu vahiy nereden geldi acaba sayın Polat'a. Yazıklar olsun...

Sonra şu İMKB'de Galatasaray'lı yatırımcıların dolandırılması ve bunların hasır altı edilmesi durumu var. Aslantepe'nin Galatasaray'a peşkeş çekilmesi. Kombine kart satışlarının %75 gibi bir bedelinin "bağış" adı altında vergi kaçırmak üzere alınması. Devleti, taraftarını, halkı dolandırıyor Galatasaray. Peki bu böyle gider mi? Yarın bize yapılan bu haksızlıklar, yarın Galatasaray SK'yı bulmaz mı?

Ülkemizin en büyük problemi, kendi ideolojik fikirlerimizle aynı olmayan, ırk, dil, din ayrımı yaparak, hatta spor sahalarında bile karşıt görüşlere sahip olduğumuz insanların haksızlığa uğramasına sessiz kalmamız değil midir? Bugün geldiğimiz bu noktada, Baransu gibi maşaların insanları karalamaya çalıştığı, bunlara çanak tutan spor yazarları, medya patronları, ülke tekrar normal seviyelere geldiğinde ne hesap verecekler?

Peki ya şimdi göstermelik olarak Galatasaray'a savaş açan Sadri Şener? Moskova kulübünün çıkıp 5 milyon euro veremediğini mi söylüyorsunuz Burak için? Buna inanmamızı nasıl beklersiniz?

Uyanın ve gözlerinizi açın. Ülke parça parça işgal altında ve bizim bencilliğimiz yüzünden susmamız bu işgal sürecini hızlandırıyor. Gelecek nesillerin yüzüne bakabilmemiz için haksızlığın karşısında tek bir vücut olarak durmalıyız. Yoksa bugün ordu ve Fenerbahçe'ye ele geçirilmiş yargı tarafından yapılanlar, yarın sizin şirketleriniz, aileniz içinde yapılacaktır. İşte o gün ağlamamak için silkelenip kendimize gelmeliyiz. Söyleyeceklerim bu kadardır. Allah hepimize akıl, fikir ve haksızlıklar karşısında durma gücü versin. Ve unutmayın, kendi ideolojiniz için susmanız, din kisvesi altında insanları sömüren Pensilvanya'lıların işine geliyor.

Hatırlatmak gerekiyor sanırım;

Ey Türk gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyet'ini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur.
Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir.
İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahların olacaktır.
Bir gün, istiklâl ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetln imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin!
Bu imkân ve şerait, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir.
İstiklâl ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler.
Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dagıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.
Bütün bu şeraitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hiyanet içinde bulunabilirler.
Hatta bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasî emelleriyle tevhit edebilirler.
Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir. Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi, vazifen; Türk istiklâl ve cumhuriyetini kurtarmaktır!
Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda, mevcuttur!
K. ATATÜRK 20 Ekim 1927.

Son olarak soruyorum; Galatasaray şuan bazı kesimler tarafından alenen korunmakta, peki ama neden?

15 Temmuz 2012 Pazar

Los Galacticos Galatasaray? Rüya Takım?


Transfer sezonu renkli ve bir o kadar manidar geçiyor bu sezon. İki takım taraftarları da kendince seviniyor yeri geldiğinde üzülüyor hatta kıskanıyor. Fakat bu sezonun transfer döneminde oyuncular inanılmaz şekilde abartılıyor. Özellikle bugün, Galatasaray taraftarlarının twitter hastag'i beni benden aldı. Neydi o? #losgalacticosgalatasaray

Hatta resimde de gördüğünüz gibi, rüya takım diyorlar bu kadroya. Medya ise bu goygoya körükle gidiyor, daha da umutlandırıyor Galatasaray taraftarlarını. Tıpkı Beşiktaş'ın Portekizli oyuncuları bir bir topladığı sezon gibi.

Galatasaray Kayseri'den Amrabat, Madrid'den Hamit, Trabzon'dan Burak ile anlaştı. Melo için atılan bir imza yok henüz. Olsa bile ne fark eder ki? Sağ bekin yedeği Sabri, sol bek yedeği Çağlar. Şimdi nasıl bir rüya takım oluyor bu, ben hakikaten anlamadım. Beklentilerin bu kadar yükselmesi pek hayra alamet olmaz Türk Futbolunda. Bir Fenerbahçe taraftarı olarak, bunun örneklerini çok gördüm. O yüzden sakin olmakta yarar var.

Galatasaray bu kadrosu ile Şampiyonlar liginden bir Avrupa kupalarına bile gidemez. Kimseyi kandırmayalım. 3-4 senedir düzenli oynamayan bir Hamit var elinizde. Üstelik açıklanan tek transfer sanırım şimdilik. Ne Burak, nede Amrabat atmadı henüz imzayı. Attılar diyelim onlar da. Burak geçtiğimiz sene kariyeri boyunca yaşayabileceği en iyi sezonu geçirdi. Tipik bir Guiza modeli diyebiliriz. Fenerbahçe'ye geldiği sezon İspanya'da gol kralı olan Güiza 37 maçta 27 gol atmıştı. Burak ise geçtiğimiz sezon 34 maçta 33 gol atma başarısını sağladı. Üstelik nispeten daha fazla açık alan bularak. Peki aynı açık alanları bulabilecek mi? Aynı şekilde hücuma çıkan bir Galatasaray olacak mı? Sistemin sadece üzerine kurulu olduğu bir Burak Yılmaz vardı geçtiğimiz sezon. Sizce kadrosunda bu kadar geniş yıldızları bulunan Galatasaray Burak Yılmaz'ın üzerine sistem kurar mı?

Ne diyorsun lan diyenler için istatistiklerle konuşayım.

Güiza Fenerbahçe'ye gelmeden önce

1999–2002 rcd mallorca 7 maç 1 gol
1999–2000 dos hermanas 22 maç 8 gol
2002–2003 recreativo huelva 4 maç 0 gol
2003 fc barcelona b 15 maç 5 gol
2003–2005 ciudad de murcia 81 maç 36 gol
2005–2007 getafe cf 61 maç 20 gol
2007–2008 rcd mallorca 37 maç 27 gol

gibi istatistikler yakalamıştı. Burak ise tıpkı bunun gibi istatistikler ile oynuyor. Birebir aynı. 2009-2010 sezonunda 5 gol, 2010-2011 sezonunda 20 gol ve son olarak bu sene 33 gol. Peki bu size birşey anlatmıyor mu?

Gelelim Amrabat mevzuna. Yetenekli bir oyuncu Amrabat. Büyük takımlarda oynayabilirmiş gibi duruyor evet. Geçtiğimiz sezon oldukça problem yarattı takımda. Zaten bunun sebebi de Galatasaray'dı. Aslında o da bir diğer yazının konusu. Biz değerlendirmeye geri dönelim. Galatasaray'lı taraftarların heyecanlanmasının asıl sebebi kendi alacağı paradan fedakarlık yapması. Bonservisinin bir kısmını kendi alacağı para ile ödeyecek Amrabat. Peki ama neden?

Aslında çok basit. Amrabat akıllı bir oyuncu. Kayseri'de kalmasının onu Avrupa'ya taşıyamayacağını çok iyi biliyor. Bunun için iyi kötü, en azından Avrupa liginde oynayacak bir takıma gitmesi gerekiyor. Kendisini çok isteyen Galatasaray'ın teklifini kabul etmesinin sebebi bu. Yoksa Galatasaray'ın sarı kırmızı formasına vurulduğu için değil elbette. Hatta o kadar çok istedi ki bunu, takımla antrenmanlara çıkmadı, Kayseri ile mahkemelik olmayı, hatta oynamamayı bile göze aldı. Peki seneye diyelim ki Napoli istedi Amrabat'ı. Aynı şeyleri yapmayacağı ne malum? Ya sezonun ortasında ben Napoli'ye gideceğim derse? Peki ŞL maçlarında kendini göstermek için şahsi bir oyun anlayışı ile oynarsa? Özellikle Burak ve Amrabat bu potansiyele oldukça sahip. Hamit ise ne kadar oynar bu sezon kestirmek zor. Oynasa bile ne kadar verimli olabilir? Bütün kariyeri boyunca sadece 70 kere ilk 11 başlamış bir oyuncudan bahsediyor. Quaresma'nın ne kadar yetenekli olduğu, fakat devamlılığı olmadığı için Beşiktaş'a ne kadar zarar verdiği malumunuz. Hamit'in Quaresma'dan ne farkı olduğunu bana söyler misiniz? Melo transferinden ise ses seda çıkmıyor. Peki Galatasaray Melo gelmez ise kimi alacak o mevkiye? Emre Çolak sizce bütün bir sezon o yükü kaldırabilir mi? Üstelik kendi mevkisi bile değil.

Çok fazla tribe girmemek lazım, havaya girmemek lazım. Galatasaray bir rüya takım falan olmamıştır, Türkiye ligini götürse bile, ŞL şampiyonluğu bir rüyadır.

Dikkat edin, rüyanız sezon sonu kabus olmasın.

Gelir gider dengesi 256 milyon lira zararda iken, yüksek maliyetli transfer ve yüksek oyuncu ücretleri belinizi bükmesin.

Bundan 2-3 sene önce Portekizlilerin geldiği sene aynısını yazmıştım. Şimdi seneye şampiyon olamaz, grubu 4. bitirir ise Galatasaray, ne olacak? Tehlikenin farkında mısınız?

21 Haziran 2012 Perşembe

Can Feda



Futbol sadece sevdiğiniz renklerin oyunu değil, futbol rakipler ile güzel olan bir oyundur. Tek başına Fenerbahçe sahaya çıksa, tribünler dolar mı? Karşınızdaki rakip Mersin İdmanyurdu veya Gençlerbirliği olsa heyecanınız daha mı az olur? Birde ezeli rakipleriniz vardır. Şunu bilmek zorundayız, onlar iyi olduğu kadar iyi olabiliriz ancak. Biraz eksik, biraz fazla. Tıpkı satranç oynamaya yeni başlayanlara söylenen o söz gibi; "yalnızca kendinden daha iyi rakiplerle oynarsan daha iyi olabilirsin".

Bundan çok değil 2 sezon önce bir yazı yazmıştım Taşra Baskısına. Henüz okuma fırsatı yakalamamış olan varsa buradan http://tasrabaskisi.blogspot.com/2010/08/bjk-degil-ydbjk.html okuyabilirler. Şahsıma ne kadar çok küfür edilmişti o dönem. Hak vermiyor değilim bu tepkilere. O dönem Beşiktaşlı blog yazarları ve taraftarlar Q7 gibi isimlerin transferi ile mutluluktan uçuyordu. Bu potansiyeli gören medya kuruluşları ve onların çalışanları gaz vanasını sonuna kadar açmıştı. Ne Quaresma'nın son yıllarını, nede Guti'nin performansını yazan vardı. Çarşı grubu "YETER" diye bağırdığı Yıldırım Demirören'e, bu sefer "YETMEZ" diye bağırıyordu. Yarattıkları eserden memnun olan medya kuruluşları bir gün "Robinho" diye başlık atarken, ertesi gün "Adebayor" diyordu. Hatta daha ileri gidip ikisini birden getirenler bile vardı. Biz ise o arada bunun Beşiktaş için yararlı olmayacağını söyleyen 2-3 kişiydik. Transferlerin isimleri ile değil, oynadıkları oyun ile şampiyonluk getirebileceğini, bu maliyetlerin ise ancak ve ancak kazanılacak kupalar ile dengeleneceğini söylüyorduk. Yapılmış transferler ile bu şampiyonlukların gelmeyeceği ise kabak gibi ortada olmasına rağmen gelen oyuncular herkesin gözüne bir perde çektiğinden kimse göremedi.

Yine o yazıda bahsetmiştim ve inanın herkesten çok ben üzüldüm Beşiktaş'ın Avrupa yasağına. Çünkü görünen köyü önceden göstermemize rağmen, yolcular kaybolmuştu. Şimdi ise yeni bir yapılanma dönemine girmek zorunda Beşiktaş. Hemde hiç karşılaşmadığı zorluklarla dolu bir döneme.

Fikret Orman vizyon sahibi bir başkan gibi duruyor. Her ne kadar kendisi ile pek anlaşamamış olmamıza rağmen İbrahim Altınsay hocamızı severdim. Futbolu ve Beşiktaş'ı oldukça iyi bilen birisiydi. Onun liderliğinde futbol şubesi hem ekonomik hemde sportif açıdan 3-4 yıl içerisinde başarılar kazanabilirdi. Fakat fikir ayrılıklarına düşüldü ve Beşiktaş bu zorlu sürecin başında İbrahim beyi kaybetti. Fakat bu yolda yanlarında olan çok fazla insan var. Ben bu süreçte İbrahim Altınsay'ın vedasını "Yüzüklerin Efendisi: Yüzük Kardeşliği" kitabındaki Boromir'in ölümüne benzetiyorum. Evet, ortada bir görev ve kurulmuş bir kardeşlik vardı. İbrahim Altınsay bu kardeşlikten ayrıldı, ama Fikret Orman ve yoldaşları devam ediyor. Oldukça da iyimser bir şekilde.

2-3 sene diyor Fikret Orman eski Beşiktaş için. Ben o kadar iyimser olamıyorum ne yazık ki. Özellikle elinde tuttuğu yabancılardan sonra. Son 2 senenin Beşiktaş'a net bir şekilde gösterdiği 2 gerçek var. Birisi bu yabancılar ile başarılı olunamayacağı, diğeri ise Çarşı'nın artık Beşiktaş'a zarar verdiği.

Şimdi 2016 yılına kadar pek bir geliri yok Beşiktaş'ın. Anladığım kadarıyla, BJK Store ürünleri dışında gelirleri pek yok. Üstelik yarım milyar TL dolaylarında bir borçları var. Q7, Almeida, Simao ise bu takımda pek verim vermeyen ama paranın çoğunu götüren oyuncular. Bu üç ismi de Katar semalarına yollamak oldukça mümkün. Elinizde birde halen piyasası olan Fernandes var. Kullanmadığı yabancıları da yollamak mümkün. Ernst hariç pek takımda tutmaya değer bir yabancı oyuncu göremiyorum ben. Daha ucuz maliyetli 6 yabancı alabilirsiniz Fernandes satışı sonrası. Hem bu aldığınız genç oyunculardan 1-2 tanesi yetenekli çıkarsa, yüksek miktarda paralara satmak da mümkün. Kimse kusura bakmasın ama, manevi olarak Türkiye'nin en büyük kulüplerinden olsa da, maddi açıdan şuan bir Anadolu takımı kimliğinde Beşiktaş. Bu süreç içerisinde, en azından Avrupa Kupalarına giriş izni alana kadar, Gençlerbirliği'nin transfer politikasını takip edebilirler.

Peki ikincil zararı veren Çarşı için ne yapmak gerekli? Artık çoluk çocuk herkesin bildiği üzere Çarşı kapalı tribün kombinelerini "bedava" demeyelim ama "daha uygun" fiyatlara alıyor. Ben bu süreçte Çarşı'nın kale arkası tribünlerine geçmesinin daha yararlı olacağını düşünüyorum. Hem bilet satışlarından gelecek gelirin de artmasını sağlayabilirler bu şekilde. Gerçi henüz hangi sahada oynayacağını bilmiyoruz Beşiktaş'ın, ama nerede oynarlarsa oynasınlar en ucuz biletlerin olduğu tribüne geçmek zorunda Çarşı.

Son olarak Fenerbahçe ve Galatasaray taraftarlarına lafım. Beşiktaş'ın güçlü olması bizim tuttuğumuz takımların da daha güçlü olmasını sağlayacaktır. O yüzden Beşiktaş'ın "Feda" t-shirtlerinden almak bizim takımlarımıza fayda sağlayacaktır. İmkanınız dahilinde bu ürünlerden Beşiktaş'lı dostlarınıza hediyeler alın. Doğum günü, yılbaşı, bayram fark etmez. Sevgilinize, ailenizdeki herhangi bir Beşiktaş'lı taraftarın hem yüzünü güldürmüş olacak, hemde "kendi" kulübünüzün başarılı olmasına bir katkı sağlayacaksınız.

8 Haziran 2012 Cuma

Moda Deliliği!



Şu hayatta anlamakta en çok zorlandığım şeydir bu moda veya trend, artık siz hangisini söylemeyi seviyorsanız. Güzelim kadınların kendilerine yakışmayan şeyleri "aa x bundan giyiyordu geçenlerde, vallahi ne yalan söyleyeyim, bende bastırdım parayı aldım hahahayytt" diyerek vücutlarına geçirmeleri, saçmalık olarak geliyor bana.

Bakın mesela şu üstteki resimler. Hollywood ünlüleri nasıl eşarp takıyor?

Yahu sırf Hollywood ünlüleri eşarp takıyor diye, eşarp takmak zorunda mısınız?

Hele şu hipster meselesi. Yahu ben hatırlarım, ilkokulda "gözlük beni çirkin gösteriyor" diyerek gözlük takmamak için diretenleri. Şimdi bakıyorsun, numarasız gözlükler satılıyor her yerde. Ulan ne gerek var? Aksesuar diyorlar birde buna. Gözlük bir ihtiyaç ürünüdür, aksesuar değil. Fantezi ürünü de olabilir tabi. Kocanızla iş yeri fantezisi yapmak istiyorsanız, alın evet, iş görebilir. Ama ben sırf bu sebepten soruyorum bu tipleri gördüğümde;

- Gözler bozuk sanırım?
+ Yok gözlerim rahatsız değil benim.
- Peki neden gözlük takıyorsun?
+ Eee yeni trend bu, herkes takıyor görmüyor musun?

Peki neden? Sorsan askerlik olaylarına da kıldır bunlar. Yahu sen fark etmeden birilerinin askeri olmuyor musun?

Ben neden askerlik yapıyorum? Vatanı milleti korumak sanırım. Bilmiyorum yani. Yapmak zorundasın diyorlar, yapıyorum. Peki seninle benim aramda ki 7 farkı bulabilir misin?

Ben kamuflaj giymek "zorundayım", sen saçma salak bir müzik grubunun solistinin giydiği hırkayı giyiyorsun. Sırf o giyiyor diye. Onu giymeye mecburmuşsun gibi hissediyorsun içinde.
Ben o kamuflajı görev sürem boyunca giymek "zorundayım", sen haberlerde gördüğün "bu mevsimin en trend rengi kırmızı olacak" diyen adam tekrar fikir değiştirip, "şu renk bu mevsim moda olacak" diyene kadar kırmızı almak zorundasın. O beyaz ceketin sana yakıştığını hissedip, almak istediğinde o adam belirecek kafanda. Ne demişti adam? "Bu yaz erkekler blazer ceket değil, kot ceket giyecek!"

Bak ne kadar aynıyız değil mi? Bana komutanım "o kamuflajı giyeceksin" dediği için giyiyorum, sen modacın o tarzı işaret ettiği için.

Yahu Victoria dönemi İngiltere'si değil ki bu! Kraliçe hangi rengi giyerse, sende o rengi giymek zorunda değilsin yani.

Siyah moda diyorlarsa, beyaz giyeceksin. Farklı renkler olmasa, hayatın tadı olur mu? Düşünsene herkesin siyah giydiğini. Beyaz giymezsen fark edilebilir misin?

Hepiniz bir kadının/adamın zevklerine göre giyiniyorsunuz. Hatta kilonuzu bile ona göre ayarlıyorsunuz. "Bilmem hangi model şu bedenmiş, bende o bedene ulaşana kadar yemek yemiyorum" diyorsunuz. Estetik denen şeye binlerce TL harcıyorsunuz. Sırf "Angelina Jolie gibi dudaklarım olsun diye" bıçak altına yatıyorsunuz çekinmeden.

Sürü balığı değilsiniz ki siz. Aynı renk olmak, aynı suda yüzmek zorunda değilsiniz.

Hayır, sırtınızdan para kazanıyor bu insanlar onu bile göremiyorsunuz...

Bak, aç şimdi en çok tıklanan modacı hanım kızın sayfasını. Belirli bir markanın ürünleri hep. Belli ki o markadan para alıyor. Sırf sen o mağazadan alışveriş yap diye, sana o modaymış gibi gösteriyor. Şimdi yeni bir akım başlattılar

14 Mayıs 2012 Pazartesi

Hesap Günü Gelir Elbet


Cumartesi gecesinden itibaren konuşulan dinleyip, yazılanları okudukça Fenerbahçe düşmanlığının geldiği boyutu çok daha iyi anladım. Fenerbahçe'li olduğunu söyleyen başbakandan tutun, medya kuruluşlarına, üniversite mezunundan tutun, ilkokul mezununa kadar herkes Fenerbahçe düşmanı olmuş.

Maç bitmiş, aradan 4 dakika geçmiş. Bir tane Fenerbahçe taraftarı hariç, sahaya giren olmamış. Galatasaray'lı oyuncular, saha içerisinde kutlama bile yapmış. Fenerbahçe taraftarı alkışlıyor takımını. Küfür eden var mı? Yok.

Sonra birden olan oluyor. Fenerbahçe taraftarı, sözde Galatasaray'ın şampiyonluk kutlamalarını engellemek için sahaya iniyor. Başbakanın deyimiyle, hazmedemiyor. Maç bittikten 4 dakika sonra.

Şimdi görüntüleri tekrar izleyin bakalım. Fenerbahçe taraftarı ne yapmış? Türk Telekom tribünü önüne polisler gidene kadar bir olay var mı? Hatta Bağış Erten gibi bir spor adamı diyor ki, "dışarıda polis müdahalesi başlamadan önce, tribünler takımını alkışlıyordu".

Dün yazdım bununla ilgili bir yazı. Tekrar tekrar aynı şeyi yazmanın bir manası yok.

Fakat her Fenerbahçe taraftarının birbirini uyarması lazım. Televizyon ve gazetelerin göstermediği görüntüleri, arkadaşlarınıza sizin göstermeniz lazım. Cumartesi gecesi yaşanan olayları her Fenerbahçe'li bilmeli ve ona göre davranmalı.

Evet, yerde yatan çoluk çoğun kafasına copla vuran polisti.
Hamile kadınlara dahi vurmaktan çekinmeyen yine polisti.
Çoluk çocuğun üzerine helikopterden gaz bombası atan yine polisti.
Taraftara silah çeken, polisti.
Olay çıkmasını engellemek yerine, olayları büyütmek için çabalayan yine polisti.
Telekom tribününde olay olmamış olmasına rağmen, taraftarı provoke etme emrini alıp uygulayan yine polisti.
Daha sonra Facebook'ta 55.000 adam vardı, çoğunu dövdüm diyerek sırıtan yine polisti.
Beşiktaş'a 2-0 yenildikleri maçtan sonra, tribünlerin "Fenerli dövenler parmak kaldırsın" dediğinde, sırıtarak el kaldıranlar yine polisti.

ve biliyoruz ki, bu polisler kimden emir alıyor. Kimin buyruklarını yerine getiriyor.

ve şunu bilsinler, Fenerbahçe taraftarı yıkılmadı, yıkılmayacaktır.

Bu ülke üzerinden sizler silineceksiniz, fakat yıkmak için bütün kurumlarınızı seferber ettiğiniz Fenerbahçe, her zaman bu topraklar üzerinde olacaktır.

Yeryüzünde son bir Fenerbahçe'li kalana kadar öldürseniz de, hesap günü geldiğinde, o Fenerbahçe taraftarı boğazınıza çökecektir.

Şimdi gelin tankla, hatta uçakla. Ne fark eder?

Direniş devam etmekte, edecek de.

Hesap günü senin için de gelecek sayın başbakan Çok değil, 600 küsür gün kaldı. Biz beklemeyi biliriz. Sana da son sözümüz, sandıkta görüşürüz.

12 Mayıs 2012 Cumartesi

Çok Oynaksın Galatasaray!


"105. madde kaldırılmalıdır!"

"105. madde hededir, hödödür!"

Tanıdık geliyor değil mi? Galatasaray başkanı ve yöneticisi, aynen bunları söylüyordu 1 hafta önce. Sonra ne mi oldu?

Evet, bu maddeden yararlanan ilk takım Galatasaray oldu.

"Playoff sistemi iyi olacaktır" diyen Ali Dürüst, son maçtan önce, "bu bize karşı hazırlanmış bir komplodur" dedi. Beyim 40 hafta önce açıklanan şeyden, 39. hafta haberi olmuş gibi konuştu. Asena gibi kıvırttı.

Ünal Aysal "büyük olaylar olmadı" demesinin ardından 24 saat geçmeden, Mecidiyeköy'de 3 taraftar bıçaklandı. Suçları o Ünal Başkanın çok met ettiği kültürlü Galatasaray taraftarı, yaşları 14-15 olan 3 genci, üzerinde sadece Fenerbahçe forması olduğu için bıçakladı.

Daha öncede yazdım. Tekrar yazıyorum. Manipülasyon ve fırsatçılığın tek adresi sensin Ünal Aysal...

Süper Elit hakemimiz Cüneyt Çakır eyyamın kralını yaptı sahada. Melo'nun Fenerbahçe taraftarına yaptığı hareket mesela hiç konuşulmadı. Dikkatimi çeken de aslında o oldu. Hani şu kadın cinsellik organını anlatan bir hareket vardır, onu yapmadı mı Melo taraftara?
Sonra Muslera'nın son pozisyonda yerdeyken Henri'ye yumruk atması. Lig Tv tekrarları gösterirken kesmedi mi o görüntüleri? Kaydeden bir renkdaş illaki vardır bunları okuyan. Bulun o görüntüleri de, yayınlayalım çarşaf çarşaf...

Peki ya Muslera'nın sarı kart görmemesi? Yahu adam maçın ilk dakikasından itibaren zaman geçirmeye yönelik hareketler yapmadı mı? İnanabiliyor musunuz, sarı kart görmedi bu adam.

Tabi ki bunlar bahane değil, Galatasaray hak ettiği bir şampiyonluk kazanmıştır. Benim bunları yazmamın sebebi de, " lan bizim hakem sayesinde yendiniz" falan demek değildir. Yazının sonunda ona da değineceğiz dur hele.

Sonra kupa olayı.

Yahu Fenerbahçe taraftarının zaten polisle arası kötü. Çağlayanda taraftarlarımıza yapılan muamele ortada. 3 kişi kavga ederken atılan bir kamyon sis bombası taraftarın o sinirli halinde zıvanadan çıkmasını sağladı. Sonra heryer gaz bombası oldu zaten. Hatta helikopterle bile gaz bombası atılıyormuş. Fenerbahçe taraftarına yine plastik mermi kullandı polis güçleri. Hamile, yaşlı, genç dinlemeden hemde. Kuşdili Çocuk Karakolunda bazı renkdaşlara işkence yapıldığı bile söyleniyor. Ortalık cehennem olmuş.

Peki o çok barışçıl Galatasaray yönetimi ne yaptı?

İnada giderek, "o kupayı burada alacağız" dedi.

Amaç belli işte, ortamı germek.

Yahu güzel kardeşim, pazartesi beleş arena'da zaten kutlama yapacaksın. Orada alsan kupayı, kupanın anlam ve ehemmiyeti mi gidecek? Bu kadar fırsatçı olmaya gerek var mı? Fenerbahçe taraftarı, oyuncusu sana gayet centilmence yaklaşmış. Kaptanı gelmiş soyunma odana tebrik etmiş seni, bu kadar alçakça bir davranışta bulunmana gerek var mıydı?

Federasyon vermedi kupayı. Direttiler. O kupa orada kazanıldı, orada alınacak dediler birde. Kupanız batsın...

Sonra eserinden memnun başbakan girdi araya. Özerk olması gereken TFF'ye bir direktif verdi padişahımız ve oldu. Galatasaray Şükrü Saraçoğlu çimlerinde aldı kupayı. Sonrasında tekrar olaylar. Başları göğe erdi. Bildiğiniz gibi değil.

Sonra takım otobüsüne bindiler. Canlı yayın yapıyorlar. Bildiğin milyonlar o an o otobüsü izliyor. Futbolcuların tezahüratı dinlediniz mi peki?

"Şampiyonluk yarınlara kaldı, lay lay lay."

yani tam versiyonu şu şekilde,

"Şampiyonluk yarınlara kaldı, gördün mü fener ananın ...."

Şimdi ben size soruyorum.

Sadece şu bir hafta, benim Galatasaray'dan nefret etmemi sağlamaz mı?

Hatta tiksinme, mide bulantısı yaratmaz mı adını duyduğumda?

Sonra bizi suçlarlar, araya nifak tohumları ekiyorsunuz diye. Kendileri sütten çıkmış ak kaşık değil, direk süt. Tıpkı devletin verdiği sütler gibi, bozuk süt!

Hangisini sayayım arkadaşım? "Su savaşlarını" büyük bir olay olarak görmeyip, 1 hafta yara bandı takan Fatih Terim yüzünden "Fenerbahçe'nin taraftarlarının kültür seviyesi düşük" diyen başkanını mı?

Az sonra benden hayatta duymayacağınız şeyler duyacaksınız ki, bunların hepsi Allah nasip ederse gerçek olacak.

Seneye, o Galatasaray takımı Kadıköy'e gelecek değil mi? Peki ben bu nefretimin doğurduğu hareketleri yapmayacak mıyım?

Küfürün alasını edeceğim. Hemde ana avrat dümdüz. Oturup Galatasaray yedek kulübesi arkasına, hakeme ettiği küfürlerin aynısını bütüm maç Fatih Terim'e edeceğim.

Sonra ama suçlu ben, taraftar.

Sen benim bunları yapmam için her yolu uygula. Polisinle, köpeğinle, siyasetinle gel sonra ben susayım öyle mi?

Sen hala anlamamışsın koçum. Fenerbahçe o eli lavabona sokar!

Not: Tabi ki o saydığım şeyleri yapmayı düşünmüyorum. Fakat bugün yaşananlar o gün de geçerli olursa, kusura bakma fair-play.

9 Mayıs 2012 Çarşamba

Tutmaz Arkadaş


1 Mayıs sonrası Nihat Özdemir "Zaman" gazetesinden gelen tepki sonrası, "Fenerbahçe marjinal grupların provokasyon yapacakları yer değildir" demişti. Bunun nedenlerini bilmem ama, hem Zaman gazetesi, hem aksiyon dergisi, hemde Nihat Özdemir bilmelidir ki, Fenerbahçe herkesin takımıdır. Fenerbahçe halktır. Fenerbahçe'yi Fenerbahçe yapan, sarı laci bayrağın altında ne ırk, nede siyasi görüşümüzün bizi ayırmamasıdır. 3 Temmuzdan bu yana gösterdiğimiz mücadele buna en güzel örnek değil mi?

Yıllardır ülkemizin üzerinde aynı oyunları oynamadılar mı? Ortak görüşü savunan insanları, ırk, din, siyasal görüş diye böldüler. Kardeşi kardeşe kırdırdılar. Şimdi aynı oyunu Fenerbahçe üzerinde oynamak istiyorlar ama, tutmaz arkadaş...

Neymiş, Fenerbahçe tribünlerinde marjinal gruplar varmış. Sol çizgiye daha yakın olan bu gruplar, Fenerbahçe üzerinden siyaset yapıyorlarmış. Kanıtları da "Che" resimleriymiş, 1 Mayıs günü açılan "Fenerbahçe halktır, yıkılmaz!" pankartıymış. Bu yazının yayınlandığı mecra aksiyon dergisi. Yani Fethullah Gülen'in. Zaten yazının içeriğinde yazarı Erkan Acar'ın "Fethullah Gülen Hocaefendi" demesinden hangi maksat ile yazıldığı direk ortaya çıkıyor. Önemsenmeyecek bir yazı fakat, yine de tehlike arz ediyor. Hemde bütün çabalarımızın meyvesini almaya bir maç kalmışken...

Fenerbahçe Trabzonspor ile 6 Mayıs 2012 günü karşılaştı. Savaştan, pardon sahadan Fenerbahçe 3-1 galip ayrıldı. Sanırım birileri 1 Mayıs gününden beri bu anı bekliyormuş ki, hemen ertesi gün bu yazıyı yazdı. Erkan Acar'ın bu yazısının tarihi 07 Mayıs 2012.

Hadi bunlar tesadüf diyelim. Erkan Acar ve dergisi muhakkak buna güzel bir kılıf uyduracaktır. Peki Erkan Acar'ın özellikle yazısının link'ini futbolcularımız ve taraftar gruplarına twitter üzerinden yollaması ne demektir?

Bugüne kadar karşıt görüşlü pek çok yazarın yazılarını okudum. Twitter üzerinden bu yazının linklerinin paylaşılmasına da çok şahit oldum. Burada bir anormallik elbette yok. Kaldı ki, aynı şeyi bende yapıyor. Bu normal. Peki karşıt görüşte olduğunuz bir takımın futbolcusuna neden yazının linkini gönderirsiniz? Neden Trabzon galibiyeti sonrası?

Amaç çok bariz. Böl, parçala, yönet...

3 Temmuz gününden bu yana bütün silahlarıyla saldırmadılar mı üzerimize? Mehmet Baransu gibi niceleri, hiçbir cezadan korkmadan, kişilik haklarına saldırarak, başkanımız ve camiamızın itibarını lekelemek için çalışmadılar mı?

Onlar ne kadar uğraştılarsa da, biz yıkılmadık. Hatta daha güçlü döndük.

Başkanımıza destek için gittiğimiz adliye binası önünde adam öldürenlere bile müdahale edemeyen polis, uyarısız, çekinmeden biber gazı, cop hatta son olaylarda plastik mermi kullanmadı mı?

Ne zaman geri döndük adliye sarayı önünden?

Yıkılırlar dediler, bir ölüp beş doğarak gitmedik mi maçlara?

Baktılar olacak gibi değil, kopmuyoruz birbirimizden, eski taktiklerine döndüler.

Böl, parçala, yönet...

Amaçları basit. Tribün grupları içerisinde çatışma çıkartıp, direncimizi kırmak. Tribünlerde huzursuzluk yaratmak. Sanıyorlar ki sağcı-solcu diye ayırabilecekler tribünlerimizi.

Bu oyunlara gelme Fenerbahçe'li. Hesap günü yaklaştı. Futbolun içerisinde siyaset karıştıran, karıştırmaya çalışanların oyununa gelme. 3 Temmuzdan bu yana onur mücadeleni bir gün olsun bırakmadın, bu saatten sonra bu oyunlara gelme.

12 Mayıs günü, hesap günüdür.

4 Mayıs 2012 Cuma

Yazıklar Olsun!


03.05.2012... Bu tarihi aklından çıkarma Fenerbahçe'li.

03.05.2012... Bu tarihi aklından çıkarma Üniversiteli.

03.05.2012 tarihi, sandığa gittiğinde hep aklında olsun. Çünkü bugün ülkenin nasıl bir hal aldığının somut kanıtıdır...

Sabah Samsun'da aralarında kız öğrencilerinde bulunduğu üniversiteli gençler, bakan protesto edilmesin diye, tekme, tokatla dövüldü, saçlarından tutularak yerlerde sürüklendi.

Akşam Çağlayan adliyesi önünde polis, Fenerbahçe'li çocuk, kadın ve erkeklerin üzerine plastik mermi ve gaz bombası ile saldırdı.

Bütün bu olayların ertesinde medya ne dedi? "Fenerbahçe'li taraftarlar polise saldırdı."

"Fenerbahçe'li taraftarlar, çıkan sonuca kızınca kameramanlara saldırdı."

"Fenerbahçe'li taraftarlar polis ile çatıştı"

Artık ne ile karşı karşıya olduğunu Fenerbahçe taraftarı olan olmayan herkes görmeli. Bugüne kadar görmedin, şike diye kandırdılar seni ama az sonra paylaşacağım resimler, senin bile gözünü açmaya yeter!

Yer Çağlayan adliyesi önü. Fenerbahçe taraftarı her dava öncesi olduğu gibi, başkanına destek vermek, ve belirli kesimlerle olan mücadelesine devam etmek amacıyla yine adliye önünde. Polis önlem almış, bir "kafes" hazırlayarak, içeri giren herkesin üzerini aramış. Neden diye sorulduğunda cevap "şişe atılmasını önlemek". Yani polis, önlemini almış.

Söylenenler, karar açıklanmadan hemen önce emniyet amirinin içeri girip, emir aldığı yönünde. Hemen akabinde polisler kaskları takmış, sis bombalarını hazırlamış.

Karar açıklanır açıklanmaz, önce gaz bombası sonra plastik mermi. Düşmeyene su, düşmeyene cop.

Yani Fenerbahçe taraftarının taşkınlık yapmak için zamanı bile yok.

Ama olur mu? Kesin yapmıştır Fenerbahçe taraftarı. Aylardır bıkmadan, usanmadan çalışan medya, gerçeği yazar mı?

Hani Emenike'nin para sayarken görüntüleri?

Hani siyah poşet içerisinde taşınan paralar?

Ulan halen bunlara inananlar var, yazıklar olsun!

Al bak, bu akşam neler oldu Çağlayan Adliyesi önünde.



Şimdi bana diyorlar ki, yok efendim neymiş kuvvetli deliller varmış Aziz başkan ve İlhan başkan hakkında?

Hangi delil arkadaşım onlar?

Yahu birilerinin hesabına para mı yatmış?

Bir usulsüzlük, bir açık mı var Fenerbahçe hesaplarında?

Hangi oyuncuya elden para verilirken görüntü var?

Nerede Emenike'nin para sayarken görüntüleri?

Artık yazıklar olsun demekten başka söylenebilecek söz yok ama, yapılacak tek şey var.

Ünal Aysal'ın söylediği gibi Akp'nin aldığı 21 milyon oyu sadece 20 milyon Galatasaray taraftarı vermedi. Bunun içerisinde Fenerbahçe'li de vardı, Beşiktaş'lı da.

O gün geldiğinde, seçim günü geldiğinde "özel yetkili mahkemeleriyle", orantısız güç kullanan polisiyle, ekonominin haliyle karar vererek oy kullan.

Sandıkta görüşürüz.

3 Mayıs 2012 Perşembe

Şansı Kaçırmak


Fenerbahçe açısından maçın önemini falan yazarak uzatmak istemiyorum yazıyı. Fakat bu bir adet haline geldi bu sene Fenerbahçe için. Tam Galatasaray'ın önüne geçecekler, o maçı kaybediyorlar. Tabi yine bugün mahkeme olması falan mühim değil. Bunlar bahane olamaz. Fakat gözüme çarpan iki üç detayı anlatmak istiyorum.

Fenerbahçe'de bugün iyi oynayan iki oyuncu vardı, Selçuk ve Mehmet. Gökhan Gönül sakatlandı ve oyundan çıktı. Aykut Kocaman bence burada maçı kaybetti. Bekir bildiğiniz gibi bir sağ bek oyuncusu. Selçuk ise zaten stoperlerin arasında oynayan bir libero. Yani Mehmet Topuz'u sağ beke çekmek yerine, Bekir'i o pozisyona, Bekir'in oynadığı bölgeye Selçuk Şahin'i çekse hem Özer'i oyuna sokmak zorunda kalmayacak, hemde maçın son anlarında Ziegler'i de stopere çekip, 3-4-3 dizilişine geçebilecekti. Zaten yorulmuş olan Beşiktaş, Aykut Kocaman'ın hamleleri sonrası bile pozisyon buldu. Fakat Fenerbahçe pozisyon yakalayamadı.

Tabi ki maç artık geride kaldı. Fakat adettendir diyerek devam edelim teknik detaylara.

Stoch yorulmuştu ama bana göre 90 dakikayı çıkarabilirdi. Burada hiçbir varlık gösteremeyen Alex - Caner değişikliği hem hızlı ataklara, hemde Beşiktaş'ın beklerini ileri çıkarmamasına sebep olabilirdi. Fakat Aykut hocanın bu gibi maçlarda bir tutarsızlığı oluyor. Bienvenu olsun, Sow olsun, ne kadar karşı çıksak bile, hem sağ hemde sol açık olarak oynadı bu sezon. Şimdi oyunda tuttuğunuz Semih'i -ki bence ilk yarının sonunda oyundan alınmalıydı- sağ açığa çekiyorsunuz. Daha önce o bölgede oynatmadığınız halde. Oyuna soktuğunuz Henri ise, forvetten çok sol açık olarak oynadı Fenerbahçe'de. Peki bu maç neden yorulmuş Semih sol açığa geçti?

Yani önemli 4 hata sayabilirim bu maç ile ilgili.

1-Semih ve Alex'in oyunda kalması.

2-Stoch'un oyundan alınması.

3-Selçuk'un oyundan alınması.

4-Mehmet Topuz'un sağ beke çekilmesi.

İşte bu sebepler yüzünden Fenerbahçe maçı krize dahi sokamadı.

Şimdi bunları düşünmek boşuna. Fenerbahçe'nin artık puan kaybetme lüksü kalmadı ve düğüm büyük ihtimalle Avni Aker'de çözülecek. Fenerbahçe için kazanmaktan başka bir çözümü olmayan maça, Galatasaray'ın 3 puan gerisinde çıkacak. Beraberlik dahi şansını bitiriyor Fenerbahçe'nin.
Tabi ki Beşiktaş'ın da TT Arena'da Galatasaray'dan puan alamaması durumunda bu senaryo gerçekleşecek.

Açıkça söylemek gerekir ki, ben bu puan kaybını Trabzon'a karşı bekliyordum, erken oldu.

Pazar gününe kadar, bakalım derelerin altından ne sular akacak...

2 Mayıs 2012 Çarşamba

Yar Bana Bir Eğlence


Garip bir süreç oldu bu şike davası. Komedi filmleri bile çıkar içerisinden. Karagöz ve Hacivat oyunlarının en güzel replikleri oluşturulur iddianameden. Artık gülüyorum yazılan raporlara, medyanın fişteklemelerine.

Şimdi Mehmet Baransu, "Etik kurul Fenerbahçe küme düşürülsün" diye rapor yazdı dedi önce. Ağır cezalar geliyor dedi. Sonra Yıldırım Demirören "şike sahaya yansımamış" dedi. Sonra bilirkişi raporu açıklandı, "Fenerbahçe'nin hesaplarında bir uygunsuzluk yok" kararı çıktı. Yani bu şu demek, Fenerbahçe şike yaptıysa bile bunu kulübün parası ile yapmamış. Ortada taşınırken kaybedilen 1 milyon dolarlık bir makbuz yok mesela. Veya Emenike'nin iddia edildiği gibi para sayarken görüntüleri olmadığı gibi, olsa bile kulübün parası olmadığı kesinleşti.

Şimdi etik kurul hangi maçlarda şike var dedi, yok dedi bilmiyorum ama, iş tuhaf bir duruma geldi.

Hepsini geçtim, Sadri Şener ayrı bir komedi. Yahu be adam, itiraf var hakkında. Diyor ki Mecnun Odyakmaz, "bize 1 milyon dolar teşvik teklif ettiler."

Hala diyorsun ki, biz neden PFDK'ya sevk edildik?

Fenerbahçe'nin durumu ortada.

Galatasaray'dan büyük ihtimalle taşınırken kaybettikleri 1 milyon dolarlık makbuzun savunması istenecek.

İ.B.B. İbrahim Akın yüzünden PFDK'ya sevk edildi herhalde. Çünkü şikenin en önemli dayanağı kendisi. Erzurum'lu bir imam ile yaptığı şike görüşmesi. O yüzden Aziz Yıldırım halen içeride.

Şimdi ne olacak peki?

Fenerbahçe hesaplarında usulsüzlük yok. Şike varsa bile sahaya yansımamış. Elle tutulur, gözle görülür bir delil yok anlaşılan.

Hatta hatırlatmadan yapamayacağım, hani şu meşhur siyah poşetten biletler çıktı.

Aaa Ankaragücü'ne giden para çekilmişti hani. Hah, o paranın el değiştirirken ki görüntüleri ortaya çıkmadı henüz.

Şimdi diyelim ki Fenerbahçe şike yaptı.

Nihai karar bu şekilde.

Demek ki Aziz Yıldırım ve İlhan Ekşioğlu, kendi ceplerinden para ödediler. Tek mantıklı açıklama bu. 3 Temmuzdan sonra da kulüpten paralarını geri alacaklardı. Yoksa neden o kadar para harcasınlar?

Sonra Tamer Yelkovan. Kim? Fenerbahçe'nin muhasebecisi. Yani Fenerbahçe şike parasını kasadan ödediyse, o işi halletmek Tamer Yelkovan'ın elinde. Bilirkişi raporu? Usulsüzlük yok. Bakalım Tamer Yelkovan beraat edecek mi bugün.

Çünkü bu bir şike davası ya...

Provokasyon!


3 Temmuz sabahından beri herkes güç dengelerinden bahsetmeye başladı. Romantik blog yazarları, twitter'ın spor yorumcuları, medya mensupları, bakanlar. Herkesin ağzında aynı sakız, "Güç dengeleri değişti!". Değişen şey güç dengeleri falan değil yahu. İnsanların dengesi değişti 3 Temmuz sabahından beri.

Sizi bilmem, ben severdim Şenol Güneş hocayı, bu akşamki açıklamalarına kadar. Sözde şike olayları, dağdaki terör olayından daha büyük bir olaymış. Gizli bir tehlike büyüyormuş.

Yahu buna Trabzon "şovenizmi" denmez mi? İnsanlar birbirini öldürecek duruma geldi diyor, terörizm'den daha tehlikeli boyutlara geldi diyor futbol holiganları diyor.

Hadi söylemeye çalıştığın şey doğru be hoca ama, hangi Trabzon'lu köyünü boşaltmak zorunda kaldı futbol terörü yüzünden?

Hangi vatan evladı, şehit düştü futbol yüzünden?

Tartmak lazım ettiğin lafları. Ucu nereye gider bilmek lazım. Sinirle çıkar, toplumsal harekete dönüşür. Şimdi Trabzon'a gidecek Fenerbahçe'li futbolcuların güvenliğini bu sözlerle mi sağlamaya çalıştın hocam?

Ne diyor, "Ben aslında şöyle demişim gibi gözükebilir ama, aslında böyle dedim". Haddime değil, saygısızlık olarak alma Şenol hocam ama, söyleme o zaman. Zaten kirli oyunlar oynanıyor her tarafta. Neden körükle gidersin ateşe?

Kaş yapayım derken, göz çıkardın Şenol hocam.

Filozofmuş. Peh...

Şimdi bakın hocam, şovenizm yapıyorsunuz Trabzon adına, sonra size filozof diyorlar. Aslında bu ilk değilmiş hani. Daha öncede ihtilal olur, halk ayaklanır demişsiniz. Demiyorum ben daha birşey. Haddim değil sizin gibi büyük bir futbol emekçisine söz söylemek. Ama anlamadığım, eski Şenol hoca, neden bu kadar değişti?

Yahu hadi biz şike yaptık diyelim, peki hocam sizin kulübünüzün yaptıkları?

Mecnun Odyakmaz, "Trabzon bize teşvik parası gönderdi, kabul etmedik." diye itirafta bulunuyor.

Trabzon'da düzenlenen oyunlar için devletten alınan 6 milyon'un 5 milyonu kulübünüzün menfaatleri uğruna kullanılıyor. Hani devlet size, oyun alanı yapın diye verdiği paraları siz, Burak Yılmaz'ın yıllık maaşı için kullanıyorsunuz. Kusura bakmayın ama hocam, bunun adı düpedüz devleti soymak oluyor.

Bunlara neden ses çıkarmıyorsunuz hocam?

Ben şimdi nasıl inanayım sizin samimi olduğunuza? Pazar günü ağırlayacaksınız Fenerbahçe'yi. Neden ortalığı germek için böyle bir konuşma yapıyorsunuz, tam etik kurul Fenerbahçe suçsuz dediği sırada?

Bir insan hayatı, bir kupadan daha mı değerli gözlerinizde?

Fenerbahçe maçı sonrası çıkıp, atom bombasından daha tehlikeli şike deseniz, "şaşırmış" derdim sadece. Ama bugün, bu şartlar altında, bu yaptığınız provokasyondur hocam. İstemeden, isteyerek, Trabzon'da yaşayan Fenerbahçe'li vatandaşlarımızı ateşe attınız hocam.

Ortamı yumuşatacak açıklamalar yapsanız, sizin kişiliğinize, kimliğinize daha uygun olmaz mıydı?

Mesela "artık sadece futbol konuşalım" çok şey anlatmıyor mu?

Hani terör ve Fenerbahçe'yi bir tutmadan, bunu bu şekilde söyleyerek, daha iyi anlatmaz mıydınız derdinizi?

Şimdi günahı siz ve yöneticilerinizin hocam. Birisi ölürse, vebali sizindir.

25 Nisan 2012 Çarşamba

Bak Sen Şu İşe


Bir haller oldu Galatasaray'a. Fenerbahçe maçı aldığından beri, tuhaftır (!), herkese bir laf yetiştirme peşindeler. Fatih Terim önce hakeme, sonra Mehmet Topuz'a sardı. Ne demiş Mehmet "Goyduk, eğleniyoruz". Nasıl söylemiş? Kayserili şivesiyle. Yozgat doğumlu bir futbolcu, Kayseri şivesiyle konuşuyor. Bak sen şu işe.

Desen ki "Yozgat şivesiyle" eyvallah derim, söylemiştir derim. Maç sonu takım otobüsünde "Yabo dayı" diye bağıran, ağzından iki kere argo kelime çıkan Mehmet, galibiyetin mutluluğu ile yine ağzından kaçırmıştır derim. Kaldı ki, daha önceki maçlarda "goyduk mu?" diye bağıran Galatasaray'ın über etik, kültürel seviyesi yakılmış İskenderiye Kütüphanesinde bile bulunamayacak Galatasaray taraftarı değil mi? Etik kahraman Fatih Terim, ne zaman laf etmiş bunlara? İşine gelince etik, gelmeyince değişik!

Sonra yönetimi bile o kadar etik ki Galatasaray'ın. Bak mesela, koridorda "aşırı" sevinen Loran'ı stat dışına atmışlar mesela. Çılgınlar gibi seviniyormuş Loran. Sanırsın adam duvarlara balyoz ile girişti, Galatasaray'lı oyunculara Vuvuzela ile "goyduk mu" diye şarkı çaldı. Sonra neymiş, Loran Ermeni. Irkçılık savunucuları, böyle diyor. Hani Emre "fucking nigga" dedi ya. Türkiye'ye Emre getirdi ya ırkçılığı hep ondan bunlar işte. Tek suçlu Emre. Yoksa bu ülkede ırkçılık hiç olmadı canım benim. Bak sen şu işe ya. Emre'nin yaptıklarına bak hele. Ufacık boyu var türlü türlü huyu var ya.

Sonra Ultraslan. Bu adamlar soyunma odası koridorlarında geziyor mu? Hayır. Nereden haberleri oldu Loran'dan? Yönetim söyledi. Sonra bu Ultraslan Loran'ı tehdit edip, görüldüğü yerde gereğinin yapılmasını salık verdi mi? Verdi. Şimdi Galatasaray etik bir kulüp oldu mu? Oldu. Issız acun kaldı mı? Felek öcün aldı mı?

Etik medya ne yaptı? Yangına körükle gitti. Bu kadar etik bir ülkede yaşadığım için Rabbim (c.c.) sana teşekkür ederim.

Şimdi ben soruyorum sizlere. Oldu ki gözü dönmüş bir taraftar Loran'a "gereğini yaptı" Ultraslan'ın verdiği salık sonrası. Hatta Lig Tv muhabirinin arkasında durdu, yolladı arenaya. Rakı şişesi geldi diyelim Loran'ın kafasına. Allah korusun, olmaz demeyin. Rakı şişeleri, çakılar girer statlara Fenerbahçe maçı olduğu gün. Loran beyin kanaması geçirdi ve öldü. Ultraslan bir koreografide Loran için mi hazırlayacak?

Yahu insanlar çözemedi bu işi. Oğuz Altay, yarın Loran bıçaklansa, yaptığının azmettirmek olduğunu bilmiyor mu? Veya Lig Tv'ye Loran Trabzon'a gelmesin diyen taraftar grubu? Çıkacak olaylardan onlar sorumlu olmazmış Loran Trabzon'a gelirse. Neden? Ermeniymiş. Neden? Çünkü Fenerbahçe'li futbolcular ile çılgınca sevinmiş. Şimdi benim Trabzon'lu bu taraftar grubuna sorularım olacak.

1- Loran -buraya dikkat- Galatasaray maçı sonrası Fenerbahçe'li oyuncularla sevindi. Trabzon maçı sonrası değil. Burada sizi ilgilendiren kısım nedir?

2- Daha önce KTÜ'de okuyan Fenerbahçe'li taraftarları hedef göstermiş, daha sonra kendinizi yer yüzünden silmiş, hatta taraftar grubunu bile kapatmayı planlamıştınız. Yine aynısı olacak mı?

3- Emre'ye ırkçı olduğu için dava açacak yönetiminiz, "Ermeni Loran Trabzon'a gelmesin" dediğiniz için size de dava açar mı? Açarsa ne yapacaksınız?

4- Loran'ın başına bir şey gelirse Trabzon'da, hangi bakanın sizin için ince ince çalışmasını istersiniz?

Şimdi de federasyona ve onun ceza vermekle yükümlü kurumlarına sorular geliyor.

1- Trabzon seyircisi sahaya bıçak atmasına rağmen, Fenerbahçe maçına kadar(!!) ceza vermeniz manidar değil mi?

2- Sahaya bıçak atmanın cezası iki maç mıdır?

3- Loran'ın başına bir şey gelirse, sorumluluğunuzu kabul edecek misiniz?

4- Trabzon'da Fenerbahçe'li oyuncu, muhabir ve yöneticileri korumak için ne gibi bir planınız var?

Son olarak Gazeteciler Cemiyetine sorular geliyor;

1- Loran'a yapılanlar sonrası Galatasaray yönetimini neden kınamadınız?

2- Loran'ı tehdit etmelerine rağmen, neden Ultraslan hakkında bir bildirge yayınlamadınız?

3- Loran'ı tehdit eden Ultraslan veya stat dışına attıran Galatasaray yönetimine de ödül vermeyi planlıyor musunuz?

4- Siz ne işe yarıyorsunuz gerçekten?

Sonra Fenerbahçe "hede hödö". Bak sen şu işe...

Bir Garip Derbi



Mourinho Inter'in başında Nou Camp'a çıkıyor. Tek yapacakları şey var, savunma. Milito bir sağ bek, bir stoper oluyor dalga dalga gelen Barça hücumları sırasında. Sonu yok ki. Pencereden kafayı çıkardığı an, keskin nişancı kurşunu ile vurulacak. Nefes almaya bile fırsat vermiyor Barça'lı hücum oyuncuları. Ateş kusan müdafaaya karşı, atom savunma. Inter-Milan maçlarını anlatmak için söylermiş bunu eskiler. Fakat o maç Inter, atom savunma olmak zorunda kaldı. Sonuç? Inter istediğini aldı. Tıpkı dün gece Chelsea'nin yaptığı gibi. Hatta cumartesi gecesi Madrid'in yaptığı gibi.

Sezonun kırılma anına gelmişsiniz. Yani kaybederseniz bütün umutlarınız bitecek. Mutlak kazanmak zorundasınız. Sizin için alınabilecek en kötü skor beraberlik olmalı. Muhakkak ki savunma yapacaksınız, kaptığınız toplarla da hızlı hücuma çıkıp, Uruguay'lı kaleciyi geçmen gerek devamında. Takımın yapısı buna uygun mu peki? Asla. Fenerbahçe takımını bir insan silueti yapıp bakkala gönderseniz, yarım saatte ancak gelir. Yavaş takım Fenerbahçe. Üstelik rakibinin orta sahasında bir köpek var, oldukça hızlı ve güçlü. Dikkat köpek çıkabilir! Bir ihtimaliniz daha var aslında kazanmak için. Oyunu tutacak, yavaşlatacak, 30 yıllık mutsuz bir evlilik kıvamına getireceksiniz maçı. Kadın dırdırı gibi top çevirecek, rakibinizi ekran karşısında kanepede uyumaya zorlayacak, o uyuduktan sonra kumandayı alıp izlemek istediğiniz kanalı açacaksınız. Yarım yamalak, ikisini de yaptı Fenerbahçe. Aslında fanatik olmayan gözler, ilk yarının Fenerbahçe kontrolünde geçtiğini mutlaka fark etmiştir. Tıpkı Real Madrid'in cumartesi akşamı Barça karşısında yaptığı gibi. Bir kaç pozisyon verdiler elbet ama, hep bireysel hatalardan. Galatasaray hücum etti etmesine de, kıyıya çarpan dalgalar gibiydi. Tamam dalga var ama, o seti geçip karaya ulaşmak ne mümkün!

Mehmet Topuz'un değişiyle "Yabo dayı" ve yeni kahraman Bekir, öyle kapattı ki boşlukları ilk yarı, Selçuk'un kaptırdığı toplar olmasa Galatasaray pozisyon bile bulamayacaktı. Fenerbahçe ise atmak zorunda olduğu ilk golü kaptanı sayesinde buldu. Sezon başında biraz kımıldamış, hatta savunma yönüyle Dos Santos sonrası klasik bir bek gibi gözüken Ziegler, Galatasaray orta sahasının ortasından Alex'in verdiği alda at pası sayesinde takımını öne geçirdi. Hatta gol olmasa, kırmızı kart + penaltı olabilir, maç o esnada bitebilirdi. Genç Semih o kadar dengesiz bir müdahalede bulundu ki Ziegler'e, az daha takımını eksik bırakacaktı. Ama gol olunca Fırat hoca atladı pozisyonu. Hemen akabinde Fenerbahçe bir gol daha bulacaktı ki, önce Muslera ardından Semih önledi Fenerin ikinci golünü. Sonra yavan bir maça çevirdi Fenerbahçe oyunu. Suni bir Galatasaray baskısı vardı sadece.

Takımlar soyunma odasına gitti. Fatih Terim ve Aykut Kocaman ne konuştu içeride bilmiyorum ama, Fatih hocanın söyledikleri daha çok ateşledi takımını. İnanılmaz bir hırs ve inançla geliyordu bu sefer Galatasaraylı oyuncular. Her pozisyon Fenerbahçe seyircisinin kalbine ateş düşürüyordu. Galatasaray savunmayı geçiyor fakat, Volkan Demirel'in demirden eldivenlerini geçmek mümkün olmuyordu. Sonra Fırat Aydınus, ilk serbest vuruşu verdi. Olmadı, Selçuk topu kaleye gönderemedi. Hemen sonra bir tane daha çaldı Fırat hoca. Selçuk bunu da kaleye gönderemedi. Ee son kez olsun bari dedi "Fırat Aydınus" ve serbest vuruşu verdi. Selçuk İnan iyi bir frikik kullanıcısı. Bu kadar ısındıktan sonra, atacaktı birinden birinde. Benim merak ettiğim o vuruşta gol olmasa, bir tane daha çalar mıydı Fırat hoca? Selçuk kullandığı vuruşta harika kesti topu. Volkan o şuta bile uzandı, hatta çıkartıyordu ama top ağlarla buluştu. Sonra daha da hırslandı Galatasaray. Gol dakikasından Alex oyundan çıkana kadar 3-4 tane akıl almaz gol kaçırdılar. Aslında kaçırmadılar. Volkan'ı geçemediler. Galatasaray'ın Uruguay'dan ithal ettiği "panter" lakaplı kalecisine nazire yaparcasına, "Osmanlı" bıyığını bura bura kurtardı Volkan golleri. Her kurtardığı top daha çok düşürdü Galatasaraylı oyuncuların gardını. Volkan gardını kapamış, Galatasaraylı oyuncular eldivenlerine yumruk atarken, aslında Galatasaraylıların gücü tükeniyordu. Boşa sallanan yumruk, yüze alınan yumruktan daha kötüdür boksörler için. Aynısını futbolda Fenerbahçe gösterdi o akşam. Sonra sakatlanmasına rağmen oynayan Alex ve kırmızının eşiğinden 4-5 kere dönen Caner çıkınca, sıra Fenerbahçe'ye geldi.

Özer'in takıma yaptığı katkı, geldiği günden o geceye kadar, bir elin parmaklarını geçmez. Ama maçı çeviren adam oldu bu sefer. Volkan'ın ileri gönderdiği topu Bienvenu'ye indirdi önce. O hırs mıydı, can havli miydi bilinmez ama Henri topu düşerken usulca Stoch'un önüne bıraktı. Fenerbahçe'nin prensi topu ikinci kez Galatasaray ağlarına, yine sırtında genç Semih varken bıraktı.

Sonrasında yediği kontra yumrukla afallayan Galatasaray bir iki kez kroşe denediyse de, Fenerbahçe'nin gardı bir çelik kadar sağlamdı. Maç Fenerbahçe'nin istediği skorla bitmişti bir kez.

Kangal Pitbull'u dövdü bu sefer. Şampiyonluk artık arap saçı oldu. Görünüşe göre Fenerbahçe daha yakın bile diyebiliriz. Galatasaray şampiyonluk düğümünü önceden çözse bile, son maç Kadıköy cehennemine geldiğinde, oradan çıkamayacaktır. Kupayı alırken bile buruk bir sevinç ile ayrılacak. Fenerbahçe'li oyuncuların maç sonu takım otobüsünde röportaj verirken gözlerinden yansıttıkları inanç, bir Fenerbahçe taraftarı olarak daha da inandırdı beni şampiyonluğa.

Kaldı 6 maç. Fenerbahçe'nin "bu unutulmayacak sezonunu" iki kupa ile tamamlayabilmesi için sadece 6 maçı kaldı. Kayseri maçı sırasında söylemiştim, "bu maç dönerse şampiyonluk bile gelir" diye. Allah yüzümü kara çıkarmaz inşallah. Çünkü sakat sakat, acı ile oynayan Mehmet Topuz, Alex, Volkan, Gökhan, Bekir, bütün oyuncular hak ettiler bu kupaları. Çünkü zafer inananlarındır. Ve bu ülkede Fenerbahçe efsanesinden daha inandırıcı başka bir efsane var mı?

15 Nisan 2012 Pazar

Daktilonun Defansı Olmaz!



Büyük komedi, "Telegol" yayın hayatına bütün hızıyla devam ediyor. Her hafta ısıtarak, yalan yanlış şeyleri haber diye koyuyorlar önümüze. Sonra "sarı basın kartı ne işe yarıyor otobüse bedava binmekten başka?" diye soruyorlar, gazeteci olduklarını iddia ederek. Bu konuda yazmayı ne kadar istemesem de, ne iş yaptığını öğrenemediğim Kaya bey ve Erman beylerin komplo teorileri üzerine bir şeyler karalamak gereği hissettim yine. Öyle ya her hafta aynı orta oyununu, tekrar izlettiriyorlar bize. Kendi davaları gibi sahipleniyorlar şike davasını. Sanırsın birbirlerinden nefret eden iki kardeşin miras davasında taraflar. Ortada "milyon dolarlar" var sanki(!), nasıl mücadele veriyorlar delil bulmak, adam asmak için. Şu dava sonuçlandıktan sonra ne yapacaklar bilmiyorum. Hayır konuşacak başka bir şeyleri olmadığı için, ne yapacaklarını merak ediyorum.

Gerçi her kanalda aynı tiyatro yok mu? Kendine gazeteci diyen şaklabanlar, herkesin konuştuğu şike davasından bir çatal almak için, spor programlarına katılmıyorlar mı? Saçlarında jöleyle, "plaza" çocukları, tarihinde yüzlerce efsane olan koca bir çınara çamur atıyor, gazetecilik adına. Ustanın iki yazısını paylaşmak istiyorum burada. İlki Milliyet gazetesinde yayınlanan "Namık Sevik'i Yeniden Anarken" başlıklı yazısı. Şöyle diyor usta;

" Türk spor basını dün Ümraniye Çakaldağı mezarlığında Namık Seviksizliğin 14. yıldönümüne gönül ve yürek bastı. Ümraniye Çakaldağı mezarlığı Namık ağabeyi defnettiğimiz ilk gün yani 14 yıl önce böyle değildi. Bir yemyeşil cennet ve göğü bir oksijen deposu idi. Ne etrafta İstanbul'un yükseklerinde yeni yeni dolanan yılankavi otobanlar vardı, ne yeni holding azmanları, ne de üstüne kat be kat çıkılmış apartmanlar... 14 yıl önce bol oksijen alınan ve cirit atılan yeşilliklerde, şimdi kımıldamak için milim yer yok. Ümraniye tüm doğası yeşili ve oksijeni ile kirlenmiş, sıkışmış, o temiz varoş yerine hepimizin bildiği İstanbul'a bırakmış.
Tıpkı holdinglerin sayılamaz katlarına inmiş çıkmış Bağcılar ve Güneşli'de konaklamış yeni gazete adresleri gibi... Her şeyi ile kurumuş, nefes almaz dostluk bilmez her organı ile makinaya teslim olmuş o insanlara nasıl gazeteci dersiniz. O makinaların önünde devamlı oturan, o hava diye sıkıştırılmış suni oksijen alan, o otomobilin içinde hiç düşünmeden olaya giden, o hiçbir şeyi duymadan hissetmeden deklanşöre basan işçiye nasıl gazete muhabiri veya fotomuhabiri dersiniz. Bu kadar insanın dışında yaşayan, olayın uzağında çöreklenmiş gazeteler, yığınla stajyer ordusuyla, başsız lidersiz iyi antrenörden yoksun kalabalığı ile nasıl Cağaloğlu'daki kaliteyi ve tirajı yakalayacak?
Cağaloğlu'ndaki simitle gününü geçirmek bile holdinglerde yenen lüks öğle yemeklerinden daha verimli bir gazeteci tokluğu idi. Cağaloğlu'ndaki masasına bir daktilo yerleştirilmiş tek odası bile holdiglerin cıvıl cıvıl insanlı odalarından salonlarından daha çok gazeteci avazı taşırdı. Cağaloğlu'nda kırık bir masada yazılan bir haber, Güneşli veya Bağcılar'da çıkan bir gazeteden daha değerliydi. Namık Sevik'in altın spor kadrosundan son pırlanta Kahraman Bapçum ağabeyimiz geçenlerde yazdığı bir yazı ile holding gazeteciliğine veda ederek kendi dünyevi köşesine çekildi.
Ne zamanı geri kuran bir saat var, ne yılları geriye doğru şişiren bir garip takvim. Onun için geçmişin tekrar hal olması mümkün değil. Eski gazeteciliği eski Nuruosmaniye'yi ve Namık Sevik'in spor gazeteciliğini özleyenler artık sadece arşivlere bakabilirler, sadece.
Ne o gazetecilik heyecanı var, ne o meslek ilkeleri ve geleneği var, ne de o ağabey kardeşlik ilişkisi var. O eskilerde başka iş yapmayan gazete patronu artık bin kollu ahtopot. Her taşın altından bir tüccar şeklinde çıkıyor. Artık işverenle birlikte tüm gazetecilikten geçinme ve başka iş yapmama perhizi tarihe karışmıştır. Devletçiliği yavaş yavaş bırakan Türkiye bir devlet itibarı olan gazeteciliği şimdilerde ayrıcalıklı bir meslek olmaktan çıkarıp alalede bir vatandaş işi yapmıştır.
Sarı basın kartı imtiyazının ruhunu önce gazeteleri holdingleştiren sermaye bozdu. Şimdi o imtiyazları devletten çıkıp özel sektör olan kurumlar bir bir kaldırıyor gazeteciliğin üzerinden... Eski Bab - ı Ali'yi özleyenler, Namık Sevik gazeteciliğine iç geçirenler eski dönemin geri gelmesini bekleyenler, hiçbir şeyi beklemesinler."

Sadece ölümlerini beklesinler...


Okuduktan sonra bakın bakalım şu resimlere. Bunlar şuanda insanların inanarak izlediği kendine gazeteci diyen şaklabanlar.






Evet, bu adamlara inanıp "şunlar şöyle şöyle dedi yeaa, şike var lan kesin" diyen insanlar büyük bir çoğunlukta. Erman ve Kaya beylerden zerre haz etmem. Hatta ikisini görmek bile, ağır bir beyin hasarı yaratıyor bende. Rasim beylerinde onlardan aşağıya kalır yanı yok yani. Nasıl buralara geldi, Allah'ını seven anlatsın bana. Gökmen Özdenak ise, neyse.

Tek üzüntüm Kaptan Ziya ağabeye. Bütün bu olaylar arasında sıkıştı kaldı. Ne yapacağını bilemez hale geldi. Aslında kendisine yakışan, bu spor programını biran önce bırakıp, gazetede yazmaya devam etmekti.

Serhat Ulueren olayına girmek dahi istemiyorum. Herkes bilir onu nasıl olsa.

Ustanın ikinci yazısını tek tek postalamak lazım bunlara. Anlarlarsa...

Daktilonun Defansı Olmaz Milliyet 14.08.1986

" Üç yıl sonra Ali Sami Yen rezilhanesinden, Yen Sami Ali Bey kaşanesine... Ellerine sağlık, devlet baba eli, İstanbul'un çalışkan bölge neferi...

Tribünler, tuvaletler, soyunma odaları, hakem kafesleri pırıl pırıl... Deterjan dök, sonra eğil de yala.

Saha mı, zemin mi? Yeşili-simmo... İtalyanca "simmo"yu bir yeminli mütercim bürosuna 100 kağıdı verip Türkçeye tornistan ederseniz, yeşiller yeşili...
Beyaz insanlar kentinde bir çöl sıcağı, bir Afrika sıcağı... Başka ne kadar "sıcağın da sıcağı" varsa, o termometrelerdeki bir sıcak işte... İstanbul sanki ölmüş de, cehenneme girmiş...

Sizlerin gözlerinizin ne kadar hassas olduğunu, o hassas gözlerinize ne kadar hassasiyet gösterdiğinizi bilmiyorum...
Fakat ben düne kadar, dünkü Fenerbahçe-Galatasaray maçına kadar, gözlerimin futbol karşısındaki bakireliğini korudum.
Bakirelik sizlere ömür artık... Gitti gider... "Dönülmez akşamın ufkunda vakit çok geç" diyen biraderim Nihavent'le...
Ne yaparsın, 80 yıl görülen, seyredilen, Türk Romeo Juliet'ini nasıl "es" geçersin, nasıl "pas" dersin?..
Denecek şudur Türkiye'de...
Galatasaray karasevdası -bir daha aynısı- Fenerbahçe karasevdası tek iflas etmeyecek sevgi şirketidir.

40 yıllık Babıali yokuşu, 40 yıl sonra ad değiştirip, anlaşılan Meşhedi yokuşu oldu.
Ben siftah yaptım. Dün seyrettiğim Galatasaray, Galatasaray'ı Almanya'da seyredip de, "Bu Galatasaray tüm Almanya'yı ayağa kaldırdı" diyen kalemlerle aynı kalem değilim. Galatasaray Alman Milli Marşı değil ki, neden Almanya'da herkesi ayağa kaldırsın?
Aynı şey Fenerbahçe için de uyar. Fenerbahçe'yi mevsim başı provalarında, "Kendisi gitti, forması kaldı yadigar" şeklinde tenkit yadları gönderenler de, Sarı Lacivertli ekipten önce kendi kafalarına basmalıdırlar.
2-0'dan sonra Fenerbahçe, maçı 5-0 yapsa idi; Türkiye'nin en büyüğü mü olacaktı? Yahut maçı 2-0'dan 2-2'ye getiren Galatasaray, gösterdiği başarıyı, başarı olarak biraz daha uzatıp maçı 4-2 kazansa idi, Fenerbahçe'nin apoletlerini söküp Galatasaray'a mı takacaktık?

Türkiye'de en tehlikeli şey, futbolda günün içinden çıkıp, yarınlara ait olmamışlara isim bulma merakı ve hastalığıdır.

Bu hastalık dünkü maçta olmayan penaltı sarılığına yakalanan hakemin hastalığı kadar tehlikelidir. Çünkü, hakem hataları nasıl hiçbir merci tarafından tashih edilemezse, daktilodan çıkan yazıyı da, "bin pardon" deyip geri çekemezsiniz.

Daktilonun defansı olmaz...

Üç Efsane



Tanıdınız mı bu üç şık beyefendiyi?

Lefter Küçükandonyadis, İslam Çupi ve Basri Dirimlili...

Üç büyük adam, üç efsane. İkisi sahada oynadıkları futbolla, diğeri kaleminden çıkan yazılarla efsane olmuş üç koca yürek.

Dün Fenerbahçe taraftarı haklı davalarında yürüdü Kadıköy'ün Bağdat Caddesinde. Bu resimde gördüğünüz beyefendiler hayatta olsaydı, yaşları kaç olursa olsun, bizlerle yan yana olmaz mıydı? Sevdamıza kimse engel olmasın diye, bizlerle birlikte bağırmaz mıydı?

Selam olsun bu güzel insanlara. Sizin büyüttüğünüz sevdamızla yürüyoruz yan yana, artık bu tarafta olmasanız da.

Tutarsızlık



Trabzon'a karşı alınan harika zafere sevinemedik bile Onur kardeşimiz hastanedeyken. Fenerbahçe dosta düşmana korku salmış, "playoff'ta da gömçürür, şampiyon oluruz yeaa, olsun playoff iyi gelir olur" diyenler Trabzon maçını izledikten sonra "Playoff denen saçma uygulama olmasa şampiyonduk, Allah belasını versin federasyon" demeye başladı. Çünkü öyle bir top oynadı Fenerbahçe. Bunu üzerine basa basa yazıyorum tekrar tekrar, "KORKU" saldı. Maç hakkında yazılacak çok şey var aslında ama gerçekten futbolu düşünemiyorum şuan.

"Asıl umutsuzluğa düşüren, senin bu tutarsızlığın, bir dediğin bir dediğini tutmuyor." - A. İlhan

Ne oldu anlatalım kısaca. Fenerbahçe bir koreografi hazırlamıştı maç öncesinde. Bir aksilik yaşandı ve kullanılan çelik halatlardan bir tanesi Onur kardeşimizin kafasına düştü. En azından anlatılanlar bu şekilde. Onur'un ciddi bir hayati tehlikesi vardı. Hastaneye kaldırıldı ve çok şükür şuanda durumunun iyi olduğu haberi geldi. Anlatılanlar bunlar. Allah'tan tekrar acil şifalar diliyorum Onur kardeşimize.

Bu olay sonrası Fenerbahçe taraftarları koreografiyi taşıyan ipleri bırakmışlar, tabi ekran başından izleyen bizler gibi bu durumdan haberi olmayan herkes de gülmeye başlamıştır. Hatta oldukça yaratıcı tweetler okudum bununla ilgili. Bu futbolunda doğasında olan birşey. Rakibini dostane bir şekilde kızdırdıkça güzel olur spor. Peki ya rakibinin başına gelen kötü bir olayla dalga geçmek, bunu eğlence malzemesi yapmak ve bundan keyif almak? Hayır koreografiden falan bahsetmiyorum ben. İnsanlıktan nasibini almamış, yani insan demeye dilimin varmadığı (aslında ne küfürler hazırladım kendisine ama...) bir şahıs, "Oh olsun, en iyi fenerli ölü fenerlidir" yazmış twitter'da.

Şimdi soruyorum size, bu eleman daha sonradan özür diledi, yok ben şöyle adiyim, yok böyle köpeğim dedi ama ne fark etti? İşin daha acı tarafı, bu adama gülen, "iyi dedin abi" diyen o kadar çok adam oldu ki. Bir can, bir insan hayatı Allah'ın belası futboldan daha mı değerli? Sorarım ya, hangi para bir hayat satın alabilir? Dünyadaki bütün paralara, bütün maddi değere sahip eşya, arsa, aklınıza gelecek herşey sizin olsa, hayat satın alabilir misiniz? Gazi Üniversitesinde okuyan gencecik bir çocuk. 18-22 yaşları arasında. Onun şimdiye kadar yaşadıklarını, eğer en kötü senaryo gerçek olsaydı (Allah'a çok şükür ki olmadı) senin taraftarı olduğun camia, ailesine verebilecek miydi? Kaç kişi tepki gösterdi bu olaya? "Oh olsun" yazan adamın adının lanetlendiği kaç tweet gördünüz?

Maç esnasında Emre Zokora'ya "Fucking Nigga" yani "Aşağılık Zenci" demiş. En azından size çevirilen şekli bu. Peki nedir bu nigga? Zenci insanlar "demokrasinin beşiği, özgürlükler ülkesi" Amerika'da zenci insanlar köle olmaya zorlanırken beyazların onlara hitap şekli. Yani kısaca "köle" demek. Şimdi bazıları -ki spor yazarı olmuş bazıları- "ne demiş? zenci demiş? adam zenci değil mi?" falan şeklinde ki Emre'yi savunmalarına "adamlar her şarkısında birbirlerine nigga diyor, ne var bunda?" diyebilirler. Tupac bu durumu şu şekilde özetler; "nigger boynunda ip olan, nigga boynunda altın kolye olandır". Yani bu adamlar birbirlerine bu şekilde hitap ediyor olsalar bile, ataları kölelik görmüş, Afrika'da yaşamakta olan akrabaları vs. ise halen sömürgeci düzen tarafından "modern köle" olarak kullanılan insanlara, bir beyazın bunu söylemesini hakaret olarak görüyorlar. Bunda da sonuna kadar haklılar. Emre yapmaması, söylememesi gereken bir şey söyleyerek bizleri çok üzdü, hatta canımızı yaktı.

Şimdi bu iki olayı birleştirelim. İlk anlattığım olaya "heheh doğru söyledin abi" diyen insanlar (az olduklarını sanmayın) "Irkçı Emre futboldan men edilsin" demeye başladı. Hrant Dink öldürüldükten sonra, beyaz bereyi simge haline getirip maça gelenler "Emre ırkçıdır" demeye başladı. Eboue'ye ırkçı tezahürat yapan bir grup, "Emre hep böyle ırkçıydı zaten" demeye başladı. Onur'a "ohh olsun" diyenler, ırkçılık düşmanı oldu yani.

Hatta şöyle komik bir söz bile okudum, ünlü bir yazarın kaleminden. "Yüzyıllardır bu ülkede olmayan ırkçılığı Türkiye'ye getiren Emre Belezoğlu"...

Yani şöyle oluyor arkadaşlar. Üzerinizdeki forma, etnik kimliğiniz veya siyasi görüşünüze göre ırkçı oluyorsunuz. İşte bu yüzden lanet olsun futbola. İnsanları bu kadar iki yüzlü, bu kadar bencil, bu kadar acımasız yaptığı için lanet olsun futbola. Demirhan Tanik gibi şerefsizler yüzünden, lanet olsun futbola.

Ne değişecek bu yazıdan sonra? Belki 100 kişi okuyacak, belki 1000, belki 1000000 kişi. Ne fark edecek peki? İnsanlar durup yarattıkları bu saçma düşmanlığa son mu verecek? Acımasız ekonomi çarklarının döndürdüğü futbol ekonomisi, bu kaos ortamının bitmesine destek mi olacak? Türkiye'de 10 yıl bile futbol oynanmasa ne olacak? Doğru ya, bu topraklara ırkçılığı Emre getirdi ve Demirhan gibi şerefsizler sütten çıkmış ak kaşık. Rıdvan Dilmen'e her gün "ana avrat dümdüz" giden adam, ilk takımını öven beyanatından sonra "adamın dibi" demeyecek mi?

Hani diyorlar ya, "ülke içerisinde dış mihrapların oyunları yüzünden gelişemiyoruz" diye. Yalanın hası aslında. Biz bu kafayla, bu yanar döner halimizle, rüzgarın estiği yöne savrulmamız yüzünden bu hallerdeyiz. Duruşu, görüşü, beyni olmayan, sadece farklı bir takımın taraftarı olduğu için o kişinin ölmesini isteyecek kadar küçük Demirhan gibi adamlar aramızda yaşadığı için halen 3. dünya ülkesiyiz. Dünyanın en pahalı benzinini, internetini kullanmamıza rağmen, deprem vergilerini otobana harcayıp, sonra bundan övgüyle bahseden, ama deprem olduğunda "oradaki" vatandaşlarımıza yorgan-çadır götüremeyen, deprem paralarını harcadığı otobanlar için harcaması gereken paranın nerede olduğunu bilmeyen bir adama, bütün bunları yapmasına rağmen "1 ton kömür" verdiği için oy veren vatandaşlarımız olduğu için bu durumdayız. Kendinizi kandırmayın.

Yarın hepsi unutulur. Ne Emre'nin ırkçılığı, ne Demirhan'ın yazdıkları. Gözü açık, gerçekten insan olan insanlar hatırlar sadece bugün yaşananları.

Bu utanç günü, adamlığın kitabını yazmış "Baba Hakkı'nın" ölümünün 23. yıl dönümünde olması bile birilerine bir şey anlatmıyor. Allah toprağını bol etsin, nur içinde yatsın, Baba Hakkı yani Hakkı Yeten yaşasaydı bizlere kaşları çatık şekilde bakar, "Bunun için mi oynadım ben futbol? Sizlerin mi efsanesi oldum ben? Yazık..." demez miydi? Artık kendimize gelme vakti. Yoksa bazı şeyler için çok ama çok geç olacak.

1 Nisan 2012 Pazar

Kocaman Gururumuzsun!



Çocukluğumda ezbere sayabildiğim ilk kadronun golcüsüydü Aykut Kocaman. Attı gollerle defalarca sevindirdi bizi. Yaptığı onca hataya rağmen (bu sezon da devam ettirdiği hataları) şampiyonluk ipini göğüsledik o takımın başındayken. Ama hatalarından ders almıyor Aykut hocamız. Bu açık ve net olarak gözüktü bir kez daha az önce biten Trabzon maçında.

Galatasaray maçında izahı yoktu Alex ve Stoch'u çıkarmasının. Bu maçta da işte o kadar anlamsız bir değişiklik yaptı. Tamam sakatlanan Alex'i çıkarman lazım. Yerine alacağın isim Özer mi olmak zorunda? Sonra Sow - Bienvenu değişikliği? Yahu takım ileri top getiriyor, Sow mu atamıyordu? Mantıklı hamle Dia ve Emre'yi oyuna almaktı ama oyuna Sow'u çıkartıp Bienvenu'yü alarak müdahale etti. Christian iyi oyuncu, fakat Fenerbahçe'nin her maçında 90 dakikayı çıkartması bir teknik direktör hatası değilde nedir?

Tamam Emre asabi, bu maçların tansiyonunu kaldıramayacak bir oyuncu. En azından son 15 dakika alınamaz mıydı Christian'ın yerine? Sakat diye kadroya almadıysa eyvallah, ama disiplin uygulamasının yapılacağı maç, bu maç mıydı?

Tekrar dönelim Özer konusuna. Evet Aykut Kocaman inanıyor Özer'e. Hatta pozisyona bile girdi oyuna girdikten sonra. Fakat Fenerbahçe'nin yediği golün de mimarı oldu. Topu kaptıran Bekir olabilir, fakat hep ev sahibi mi suçlu olacak? Hırsızın hiç mi günahı yok? 3 Trabzonspor'lu oyuncunun arasında duran Bekir'e pası veren Özer'in hiç mi suçu yok? İleri vurmak varken topu, Bekir'e pas veren Özer'i oyuna alan (ki Özer bunları hep yapıyor, İnönü'de oynanan Beşiktaş maçı en güzel kanıtıdır) Aykut Kocaman'ın hiç mi suçu yok? Yahu bütün maç boyunca Trabzon bu kadar hataya sürüklemedi Bekir'i. Bildiğin bombayı bırakıp kaçtı Özer Bekir'in kucağına. Sonra Bekir suçlu evet.

Şu maçın Fenerbahçe'nin üstünlüğü ile bitmemesinin tek sorumlusudur Aykut Kocaman. Rakip bütün oyuncuları ile kalene yüklenirken, iki takım oyuncuları arasında en hızlı isim olan Dia'yı oyuna almamak yapılabilecek en bariz hatadır. Özür dilerim sürekli Özer konusuna geliyorum ama, geldiği tarihten itibaren hiçbir katkı veremeyen Özer'i en kritik maçlardan birinde oyuna almak hangi teknik direktörün deneyeceği birşeydir?

Kusura bakmayın ama, Özer'in girdiği pozisyona Fenerbahçe'li her oyuncu girerdi zaten. Oradaki isim Özer'di sadece.

Hep olumsuz şeyleri söyledik ama, Caner - Stoch tercihi bence doğruydu. Şenol Güneş'in de bunu beklediğini düşünmüyorum. Hem sol, hemde sağ kanadı kapattıktan sonra Fenerbahçe, Trabzon'un düşeceği, Volkan ve Olcan'ın pillerinin ilk yarı sonunda biteceği güzel bir öngörüydü Aykut Kocaman adına. Emre bugün kulübede olsa, Christian ve Selçuk ile başlaması da doğru olacaktı ama, Emre kadroda bile değildi.

Bütün bu hatalarına rağmen, dik duruşun yüzünden gururumuzsun Aykut Kocaman. Ama lütfen, aynı hataları tekrar tekrar yapma.

Son söz Trabzon taraftarlarına gelecek. Gerçi taraftar demek, bizlere hakaret o insanlara. Ayakkabı, don, gömlek, sutyen, şişe, sis bombası, meşale, bozuk para gibi cisimler atmak ülkemizde normal (!) görülüyor ne yazık ki. Peki ya bıçak atmak? Bu yanlış hatırlamıyorsam sahaya atılan ikinci bıçak oldu Avni Aker'de. Daha öncede Beşiktaş Fi-Yapı İnönü'de atılmıştı bir kez. Ama bunlara kılıf uydurmaya çalışmak, sahaya bıçak atılmasına rağmen hakem olarak soyunma odasına gitmemek nasıl izah edilebilir? Bunu yapan ben insanım diyerek, bizlerle nasıl ortak haklara sahip olabilir?

Sahaya yabancı madde atmak yasak ve bunu atan seyirciler bir daha maçlara alınmıyor ya hani, bugünden sonra ne olacak? Maçtan önce Organize İşler şarkılarını çaldıran, devleti soyan, Mecnun Odyakmaz'ın "bize teşvik teklif ettiler" itirafına rağmen halen dışarıda serbestçe dolaşan Sadri Şener gibi isimler Türk futbolunun içerisinde olduğu müddetçe, kusura bakmayın ama bunları daha çok izleriz. Yüce Türk Adaletine olan sonsuz güvenimiz sayesinde(!) bu isimlerin hak ettikleri cezayı alacaklarına olan inancımız tamdır.

19 Mart 2012 Pazartesi

Fırsatçılık ve Manipülasyon : Ünal Aysal



Ne yaptırdığı iddia edilen botoks, nede kanserli eşinden ayrılıp Yunan sevgilisine ada kapatması hakkında yorumda bulunmayacağım. Adamın özel hayatı. İsterse 5 çayını Paris'te içerken İtalya'dan pizza söyler, isterse Brezilya'lı bir modelin poposunu kendisine naklettirir. Bunlar beni ilgilendirmez. Zaten mantıklı ve biraz akıl sahibi bir kişi kendisine örnek alacağı insanları spor camiasından seçmez. O yüzden bir örnek teşkil etmiyorlar benim için.

Fakat son söyledikleri bize de cevap hakkı doğurdu. Bir Fenerbahçe taraftarı olarak her ne kadar geç kalınmış olsa da bazı şeyleri yazmak lazım.

14.05.2011 tarihinde yapılan seçimle göreve başladı Ünal Aysal. Kendisi göreve başlamadan önce yaşanan olayları hatırlamaması muhtemel. Hani o binlerce su şişesi atılan maçlardan falan bahsediyorum. 17 yaşında ki çocuklara tekmek tokat saldıran Galatasaray taraftarından bahsediyorum. Çatılardan düşen, bıçaklanan taraftarlardan bahsediyorum. Hatırlamıyordur büyük ihtimalle. Hatırlatırlar nasıl olsa bir gün.

Fakat kendisi seçim hazırlıkları yaparken sahaya atılan şişeden haberi olmadı mı dersiniz? Hani TT Arena'nın "büyük" reklamı yapılmıştı Avrupa gazetelerinde falan. Onları hatırlamıyor mudur? Peki final müsabakası sırasında yaşanan olaylara ne demeli? Kendisi yuhalandı hatırlarsanız, kültür seviyesi Everest dağı kadar olan centilmen Galatasaraylılar tarafından. Hatta iki cümle söyleyip susmak zorunda kalmıştı hani. Fenerbahçe ancak salon boşaltıldıktan sonra kupasını alabilmişti. O maçta centilmen Galatasaray taraftarı sahaya çiçek atmıştı öyle değil mi canlar?

Hadi şu ünlü 3 Temmuz olayına girelim. Resmi site vasıtası ile kendisi ''Galatasaray TV başta olmak üzere kulübümüzün tüm mecralarında konu ile ilgili program ve yayın yapılmaması kararını almış bulunuyoruz. Aynı hassasiyetin tüm Galatasaray camiası tarafından da gösterileceğine eminim'' demişti. Ne kadar durdu bu sessizlik sözü sonrası? Her fırsatta, her kamera karşısına geçtiğinde "şike" ve "Aziz Yıldırım" demedi mi? Hatta maçtan önce "Aziz Başkan içeride, benim gitmem doğru olmaz maça" falan diyen bendim öyle değil mi?

İşin komik tarafı bu açıklamalara gerçekten inanmış adam. Benim asıl şaşırdığım konu bu aslında. Yani Adnan Polat'da bu şekilde söylemlerde bulunurdu ama, belli olurdu yani söylemek zorunda olduğu için söylediği.

Şimdi başkanlık döneminden beri, Allah daha çok versin başarılar ardı ardına geliyor. Transferler tuttu, doğru bir takım yaptı Galatasaray. Hatta Ünal Başkan transferlerden o kadar memnundu ki, Fenerbahçe Alper Potuk'u transfer etmeye çalışırken, "o kadar paraya Arsenal'den hazır topçu alırım" diyecek kadar ileri bile gitti. Ama sonuçta Shaqiri'yi bile alamadı.

Şimdi yazının başlığına bir açıklık getirmek gerekiyor. Neden fırsatçılık, ve neden manipülasyon?

Fırsatçı kimlere denir bilirsiniz. Her olaydan kendilerine rant sağlamaya çalışan insanlardır bunlar. Ünal Aysal işte böyle bir başkanlık yönetimi sergiliyor. Manipülasyon ise "şike davası bizi ilgilendirmez" demesine rağmen her fırsatta, ama bakın her fırsatta, her röportajında bu konuya değinmesinden geliyor. Bir gün önce "x hakkında konuşmam" diyen adam ertesi gün "x çok rörörörö" diyor.

İnanın seçildiği gün çok sevinmiştim Ünal Aysal. Öyle ki, ezeli rakibimiz Galatasaray'ın içerisinde bulunduğu burhandan bu adam sayesinde kurtulacağından emindim. Fakat kendisi basit ayak oyunları ile yerini sağlamlaştırma yoluna gitti.

Peki sevgili Ünal Aysal. Borsada kendi taraftarınıza yaptıklarınızdan sonra bir gönül alma çabası mı bütün bunlar? Merak içinde bekliyorum bu sorunun size sorulmasını.

Buyurun bu olaylardan haberleri olmayanlar için gelsin.


Galatasaray Sportif AŞ’de Neler Oluyor? ile Haberdesin

ve daha sonra atmaya çalıştıkları kazık ortaya çıkınca düzeltmeye çalışmaları;


GS’a Bir Kazık Daha! ile Haberdesin

Aslında kendisine en güzel cevabı Ali Koç verdi ama, ahlaktan ve centilmenlikten bahseden bu adama bir yazıda biz yazmak zorundaydık. Yazıyı kendisinden bir alıntı ile bitiriyorum;

"Galatasaray ın 25 milyon taraftarının 20 milyonunun başbakanımıza oy verdiğini düşünüyorum..."

Dipnot: Ak Parti son seçimde 21 milyon oy almıştır. Diyorum ya, manipülasyon ve fırsatçılıkta üstüne yok diye (:

18 Mart 2012 Pazar

Aşk hiç biter mi?



3 Temmuzdan bu yana yaşanan bir süreç var herkesin bilmemesi gereken şeyleri bile bildiği. Biz taraftarların bile yaşadığı inanılmaz bir endişe ve gerginlik var. Zor elbette o sahaya çıkıp ter dökmek. Hemde fazlasıyla. Kim suçlu olabilirdi ki alınan bir mağlubiyetten sonra? Kime kızabilir, kimi suçlu gösterebilirdik ki?

İlk 22 dakika belkide bu sezonun en güzel 5 golü arasına girecek iki gol attı Fenerbahçe. Bırak Muslera denen panteri, Casillas olsa ne fark ederdi? Peki o mücadeleye ne demeli? Melo denen şahıs bile ne olduğunu çözene kadar maç farka gidebilirdi. Evet, nasıl ki biz direkten dönen son topta, Baros'un vuruşu direğe doğru giderken bildiğimiz duaları ettiysek, eminim Galatasaray taraftarları da ilk 22 dakika boyunca "ulan yine 4-6 gol falan yemesek bari" diye düşünmüştür. Öyle hızlı, arzulu ve istekli başladı Fenerbahçe. Sezonun ilk yarısındaki maç sonu yazdığım yazıda da belirttiğim gibi korkmadan oynadı Fenerbahçe, 22. dakikaya kadar.

Sonra ne oldu, neler yaşandı bilmiyorum. Fakat Aykut Kocaman'da bilmiyor. Bilse açık oyunumuz yüzünden maç 2-2 oldu demezdi, sanmıyorum. Takımın morali de, kondisyonu da o dakikadan itibaren bitti. Durdu o saniye takım. Ne ileri gidebildi, ne ileri gittiğinde geri dönebildi. Benzini bitmiş bir takım olduk o andan itibaren. Takımın tekrar yürümesini sağlayacak bir hamle dahi yapamadı Aykut Kocaman. Sanırım memnundu oynanan oyundan.

Galatasaray ise rakibiniz, kazanmak için yapacağınız basit bir şey var. Aslında basit değil elbette ama üzerinde kafa patlatmak gerektirecek kadar ince bir detay değil. Galatasaray'ın iki orta saha oyuncusu Melo ve Selçuk'a yaptığınız etkili bir pres, bütün takımı kitlemeye yetiyor. Özellikle de etkili kanat oyuncularınız varsa. Bu kadar basit işte. Fenerbahçe'de aslında ilk 22 dakika boyunca bunu inanılmaz iyi bir şekilde uyguladı. Top yaptırmayınca bu iki oyuncuya, golleri de buldu, oyunun da tek hakimi oldu. Yine o lanet 22. dakika geldiği anda bundan vazgeçti Fenerbahçe. Ya Aykut Kocaman istedi bunu, yada takım kendisi yorulduğu için durdu. Ama yinede burada Aykut Kocaman'da hata. Suç demiyorum bakın, böyle bir sezon içinde suç olmaz. Sadece ama sadece hata olur. Geçen sezon veya aklanıp çıkacağımız dava sonrası önümüzdeki sezon bu hataları yapsa Aykut hoca, işte o zaman suç olur.

Kim çöktü Fenerbahçe orta sahasında? Christian Baroni. Baktın olmuyor, artık basamıyor Baroni, alırsın oyundan yerine Selçuk Şahin'i koyar, en azından maçı kilitlersin. Peki Baroni 90 dakika sahada kaldı mı? Kaldı... Maçın en çok top kaybı yapan oyuncusu oldu mu? Oldu...

Stoch çıktı sonra. Stoch neden çıktı? Eboue'nin ileri çıkamamasının tek nedeniydi yahu Stoch. Zaten Eboue ileri çıkmaya başladıktan sonra belli değil miydi gol yiyeceğimiz? Hanginiz anlamadı, hanginiz hissetmedi bunu? Aykut hoca da hissetti bunu. Ama yaptığı yanlıştan başka bir yanlış ile dönmeye çalıştı. Christian'ı çıkartıp Dia'yı alacağı yerde, Alex'i çıkarttı oyundan. Sonra Mehmet Topuz çıktı, yerine Bienvenu girdi. Dia sol açık, Bienvenu sağ açık, pilleri bitmiş iki orta saha oyuncusu Emre ve Baroni + yaratıcılık konusunda önümdeki fincandan bile daha kötü Selçuk ile daha fazla yaslandı Fenerbahçe.

İlk maç sonrası da söyledim bunu. Guardı düşmüş bir boksör daha fazla yumruk yemez mi? Sen önde bu kadar savruk bir takım ile oynarsan, rakip daha çok yüklenmez mi? Yahu 6 oyuncu içerisinde çekineceğin tek adam Sow ise, Muslera bile gidebilirdi bizim kaleye. Galatasaray harika oynadı, bakın bunu yürekten söylüyorum. Ama buna çanak tutan Fenerbahçe'ydi. Bugün birkaç abimiz ile maçı değerlendirirken "bir geçen 2-2 biten Madrid-Barca maçında, birde bu maç bu kadar ezici bir futbol gördüm ben" denecek kadar ezici bir oyun değildi elbette. Fakat bunun sebebi tamamen Fenerbahçe. Yahu 22 dakika Galatasaray'ın başarılı pası 3-4 falan. O kadar abartmaya gerek mi var?

İlk maçta mağlubiyetin iki ana unsuru vardı. Birincisi Bilica'nın oynaması, ikincisi Bilica'nın oynatılması. Bu maç ise gereksiz bir korku...

Çok zor bir dönemden geçiyoruz. Herkes bunun farkında. Doğru bir kadro yapımız yok, en azından orta saha için konuşuyorum. Gol atmasını bekleyeceğimiz 3 kişi var sadece. Alex, Sow ve Stoch. Rakip bunu bilmiyor mu? Biliyor tabi ki. Sen bunları çıkarttıktan sonra kimle gol atacaksın arkadaş? Bu oyuncuların yerine defans oyuncusu alacak kadar mı korkulacak bir takım mı Galatasaray?

Son olarak genç kardeşim, adaşım Galatasaray'lı Semih. Maç sonrası "Bunu ancak Fenerliler yapardı zaten :):):):)):))):):" falan yazdın hani twitter'a. Bunun playoff ve önümüzdeki sezon maçları da var. Baskıyı kaldırırım diyorsan, sana şimdiden kolay gelsin :):):):):)))):):):