25 Nisan 2012 Çarşamba

Bak Sen Şu İşe


Bir haller oldu Galatasaray'a. Fenerbahçe maçı aldığından beri, tuhaftır (!), herkese bir laf yetiştirme peşindeler. Fatih Terim önce hakeme, sonra Mehmet Topuz'a sardı. Ne demiş Mehmet "Goyduk, eğleniyoruz". Nasıl söylemiş? Kayserili şivesiyle. Yozgat doğumlu bir futbolcu, Kayseri şivesiyle konuşuyor. Bak sen şu işe.

Desen ki "Yozgat şivesiyle" eyvallah derim, söylemiştir derim. Maç sonu takım otobüsünde "Yabo dayı" diye bağıran, ağzından iki kere argo kelime çıkan Mehmet, galibiyetin mutluluğu ile yine ağzından kaçırmıştır derim. Kaldı ki, daha önceki maçlarda "goyduk mu?" diye bağıran Galatasaray'ın über etik, kültürel seviyesi yakılmış İskenderiye Kütüphanesinde bile bulunamayacak Galatasaray taraftarı değil mi? Etik kahraman Fatih Terim, ne zaman laf etmiş bunlara? İşine gelince etik, gelmeyince değişik!

Sonra yönetimi bile o kadar etik ki Galatasaray'ın. Bak mesela, koridorda "aşırı" sevinen Loran'ı stat dışına atmışlar mesela. Çılgınlar gibi seviniyormuş Loran. Sanırsın adam duvarlara balyoz ile girişti, Galatasaray'lı oyunculara Vuvuzela ile "goyduk mu" diye şarkı çaldı. Sonra neymiş, Loran Ermeni. Irkçılık savunucuları, böyle diyor. Hani Emre "fucking nigga" dedi ya. Türkiye'ye Emre getirdi ya ırkçılığı hep ondan bunlar işte. Tek suçlu Emre. Yoksa bu ülkede ırkçılık hiç olmadı canım benim. Bak sen şu işe ya. Emre'nin yaptıklarına bak hele. Ufacık boyu var türlü türlü huyu var ya.

Sonra Ultraslan. Bu adamlar soyunma odası koridorlarında geziyor mu? Hayır. Nereden haberleri oldu Loran'dan? Yönetim söyledi. Sonra bu Ultraslan Loran'ı tehdit edip, görüldüğü yerde gereğinin yapılmasını salık verdi mi? Verdi. Şimdi Galatasaray etik bir kulüp oldu mu? Oldu. Issız acun kaldı mı? Felek öcün aldı mı?

Etik medya ne yaptı? Yangına körükle gitti. Bu kadar etik bir ülkede yaşadığım için Rabbim (c.c.) sana teşekkür ederim.

Şimdi ben soruyorum sizlere. Oldu ki gözü dönmüş bir taraftar Loran'a "gereğini yaptı" Ultraslan'ın verdiği salık sonrası. Hatta Lig Tv muhabirinin arkasında durdu, yolladı arenaya. Rakı şişesi geldi diyelim Loran'ın kafasına. Allah korusun, olmaz demeyin. Rakı şişeleri, çakılar girer statlara Fenerbahçe maçı olduğu gün. Loran beyin kanaması geçirdi ve öldü. Ultraslan bir koreografide Loran için mi hazırlayacak?

Yahu insanlar çözemedi bu işi. Oğuz Altay, yarın Loran bıçaklansa, yaptığının azmettirmek olduğunu bilmiyor mu? Veya Lig Tv'ye Loran Trabzon'a gelmesin diyen taraftar grubu? Çıkacak olaylardan onlar sorumlu olmazmış Loran Trabzon'a gelirse. Neden? Ermeniymiş. Neden? Çünkü Fenerbahçe'li futbolcular ile çılgınca sevinmiş. Şimdi benim Trabzon'lu bu taraftar grubuna sorularım olacak.

1- Loran -buraya dikkat- Galatasaray maçı sonrası Fenerbahçe'li oyuncularla sevindi. Trabzon maçı sonrası değil. Burada sizi ilgilendiren kısım nedir?

2- Daha önce KTÜ'de okuyan Fenerbahçe'li taraftarları hedef göstermiş, daha sonra kendinizi yer yüzünden silmiş, hatta taraftar grubunu bile kapatmayı planlamıştınız. Yine aynısı olacak mı?

3- Emre'ye ırkçı olduğu için dava açacak yönetiminiz, "Ermeni Loran Trabzon'a gelmesin" dediğiniz için size de dava açar mı? Açarsa ne yapacaksınız?

4- Loran'ın başına bir şey gelirse Trabzon'da, hangi bakanın sizin için ince ince çalışmasını istersiniz?

Şimdi de federasyona ve onun ceza vermekle yükümlü kurumlarına sorular geliyor.

1- Trabzon seyircisi sahaya bıçak atmasına rağmen, Fenerbahçe maçına kadar(!!) ceza vermeniz manidar değil mi?

2- Sahaya bıçak atmanın cezası iki maç mıdır?

3- Loran'ın başına bir şey gelirse, sorumluluğunuzu kabul edecek misiniz?

4- Trabzon'da Fenerbahçe'li oyuncu, muhabir ve yöneticileri korumak için ne gibi bir planınız var?

Son olarak Gazeteciler Cemiyetine sorular geliyor;

1- Loran'a yapılanlar sonrası Galatasaray yönetimini neden kınamadınız?

2- Loran'ı tehdit etmelerine rağmen, neden Ultraslan hakkında bir bildirge yayınlamadınız?

3- Loran'ı tehdit eden Ultraslan veya stat dışına attıran Galatasaray yönetimine de ödül vermeyi planlıyor musunuz?

4- Siz ne işe yarıyorsunuz gerçekten?

Sonra Fenerbahçe "hede hödö". Bak sen şu işe...

Bir Garip Derbi



Mourinho Inter'in başında Nou Camp'a çıkıyor. Tek yapacakları şey var, savunma. Milito bir sağ bek, bir stoper oluyor dalga dalga gelen Barça hücumları sırasında. Sonu yok ki. Pencereden kafayı çıkardığı an, keskin nişancı kurşunu ile vurulacak. Nefes almaya bile fırsat vermiyor Barça'lı hücum oyuncuları. Ateş kusan müdafaaya karşı, atom savunma. Inter-Milan maçlarını anlatmak için söylermiş bunu eskiler. Fakat o maç Inter, atom savunma olmak zorunda kaldı. Sonuç? Inter istediğini aldı. Tıpkı dün gece Chelsea'nin yaptığı gibi. Hatta cumartesi gecesi Madrid'in yaptığı gibi.

Sezonun kırılma anına gelmişsiniz. Yani kaybederseniz bütün umutlarınız bitecek. Mutlak kazanmak zorundasınız. Sizin için alınabilecek en kötü skor beraberlik olmalı. Muhakkak ki savunma yapacaksınız, kaptığınız toplarla da hızlı hücuma çıkıp, Uruguay'lı kaleciyi geçmen gerek devamında. Takımın yapısı buna uygun mu peki? Asla. Fenerbahçe takımını bir insan silueti yapıp bakkala gönderseniz, yarım saatte ancak gelir. Yavaş takım Fenerbahçe. Üstelik rakibinin orta sahasında bir köpek var, oldukça hızlı ve güçlü. Dikkat köpek çıkabilir! Bir ihtimaliniz daha var aslında kazanmak için. Oyunu tutacak, yavaşlatacak, 30 yıllık mutsuz bir evlilik kıvamına getireceksiniz maçı. Kadın dırdırı gibi top çevirecek, rakibinizi ekran karşısında kanepede uyumaya zorlayacak, o uyuduktan sonra kumandayı alıp izlemek istediğiniz kanalı açacaksınız. Yarım yamalak, ikisini de yaptı Fenerbahçe. Aslında fanatik olmayan gözler, ilk yarının Fenerbahçe kontrolünde geçtiğini mutlaka fark etmiştir. Tıpkı Real Madrid'in cumartesi akşamı Barça karşısında yaptığı gibi. Bir kaç pozisyon verdiler elbet ama, hep bireysel hatalardan. Galatasaray hücum etti etmesine de, kıyıya çarpan dalgalar gibiydi. Tamam dalga var ama, o seti geçip karaya ulaşmak ne mümkün!

Mehmet Topuz'un değişiyle "Yabo dayı" ve yeni kahraman Bekir, öyle kapattı ki boşlukları ilk yarı, Selçuk'un kaptırdığı toplar olmasa Galatasaray pozisyon bile bulamayacaktı. Fenerbahçe ise atmak zorunda olduğu ilk golü kaptanı sayesinde buldu. Sezon başında biraz kımıldamış, hatta savunma yönüyle Dos Santos sonrası klasik bir bek gibi gözüken Ziegler, Galatasaray orta sahasının ortasından Alex'in verdiği alda at pası sayesinde takımını öne geçirdi. Hatta gol olmasa, kırmızı kart + penaltı olabilir, maç o esnada bitebilirdi. Genç Semih o kadar dengesiz bir müdahalede bulundu ki Ziegler'e, az daha takımını eksik bırakacaktı. Ama gol olunca Fırat hoca atladı pozisyonu. Hemen akabinde Fenerbahçe bir gol daha bulacaktı ki, önce Muslera ardından Semih önledi Fenerin ikinci golünü. Sonra yavan bir maça çevirdi Fenerbahçe oyunu. Suni bir Galatasaray baskısı vardı sadece.

Takımlar soyunma odasına gitti. Fatih Terim ve Aykut Kocaman ne konuştu içeride bilmiyorum ama, Fatih hocanın söyledikleri daha çok ateşledi takımını. İnanılmaz bir hırs ve inançla geliyordu bu sefer Galatasaraylı oyuncular. Her pozisyon Fenerbahçe seyircisinin kalbine ateş düşürüyordu. Galatasaray savunmayı geçiyor fakat, Volkan Demirel'in demirden eldivenlerini geçmek mümkün olmuyordu. Sonra Fırat Aydınus, ilk serbest vuruşu verdi. Olmadı, Selçuk topu kaleye gönderemedi. Hemen sonra bir tane daha çaldı Fırat hoca. Selçuk bunu da kaleye gönderemedi. Ee son kez olsun bari dedi "Fırat Aydınus" ve serbest vuruşu verdi. Selçuk İnan iyi bir frikik kullanıcısı. Bu kadar ısındıktan sonra, atacaktı birinden birinde. Benim merak ettiğim o vuruşta gol olmasa, bir tane daha çalar mıydı Fırat hoca? Selçuk kullandığı vuruşta harika kesti topu. Volkan o şuta bile uzandı, hatta çıkartıyordu ama top ağlarla buluştu. Sonra daha da hırslandı Galatasaray. Gol dakikasından Alex oyundan çıkana kadar 3-4 tane akıl almaz gol kaçırdılar. Aslında kaçırmadılar. Volkan'ı geçemediler. Galatasaray'ın Uruguay'dan ithal ettiği "panter" lakaplı kalecisine nazire yaparcasına, "Osmanlı" bıyığını bura bura kurtardı Volkan golleri. Her kurtardığı top daha çok düşürdü Galatasaraylı oyuncuların gardını. Volkan gardını kapamış, Galatasaraylı oyuncular eldivenlerine yumruk atarken, aslında Galatasaraylıların gücü tükeniyordu. Boşa sallanan yumruk, yüze alınan yumruktan daha kötüdür boksörler için. Aynısını futbolda Fenerbahçe gösterdi o akşam. Sonra sakatlanmasına rağmen oynayan Alex ve kırmızının eşiğinden 4-5 kere dönen Caner çıkınca, sıra Fenerbahçe'ye geldi.

Özer'in takıma yaptığı katkı, geldiği günden o geceye kadar, bir elin parmaklarını geçmez. Ama maçı çeviren adam oldu bu sefer. Volkan'ın ileri gönderdiği topu Bienvenu'ye indirdi önce. O hırs mıydı, can havli miydi bilinmez ama Henri topu düşerken usulca Stoch'un önüne bıraktı. Fenerbahçe'nin prensi topu ikinci kez Galatasaray ağlarına, yine sırtında genç Semih varken bıraktı.

Sonrasında yediği kontra yumrukla afallayan Galatasaray bir iki kez kroşe denediyse de, Fenerbahçe'nin gardı bir çelik kadar sağlamdı. Maç Fenerbahçe'nin istediği skorla bitmişti bir kez.

Kangal Pitbull'u dövdü bu sefer. Şampiyonluk artık arap saçı oldu. Görünüşe göre Fenerbahçe daha yakın bile diyebiliriz. Galatasaray şampiyonluk düğümünü önceden çözse bile, son maç Kadıköy cehennemine geldiğinde, oradan çıkamayacaktır. Kupayı alırken bile buruk bir sevinç ile ayrılacak. Fenerbahçe'li oyuncuların maç sonu takım otobüsünde röportaj verirken gözlerinden yansıttıkları inanç, bir Fenerbahçe taraftarı olarak daha da inandırdı beni şampiyonluğa.

Kaldı 6 maç. Fenerbahçe'nin "bu unutulmayacak sezonunu" iki kupa ile tamamlayabilmesi için sadece 6 maçı kaldı. Kayseri maçı sırasında söylemiştim, "bu maç dönerse şampiyonluk bile gelir" diye. Allah yüzümü kara çıkarmaz inşallah. Çünkü sakat sakat, acı ile oynayan Mehmet Topuz, Alex, Volkan, Gökhan, Bekir, bütün oyuncular hak ettiler bu kupaları. Çünkü zafer inananlarındır. Ve bu ülkede Fenerbahçe efsanesinden daha inandırıcı başka bir efsane var mı?

15 Nisan 2012 Pazar

Daktilonun Defansı Olmaz!



Büyük komedi, "Telegol" yayın hayatına bütün hızıyla devam ediyor. Her hafta ısıtarak, yalan yanlış şeyleri haber diye koyuyorlar önümüze. Sonra "sarı basın kartı ne işe yarıyor otobüse bedava binmekten başka?" diye soruyorlar, gazeteci olduklarını iddia ederek. Bu konuda yazmayı ne kadar istemesem de, ne iş yaptığını öğrenemediğim Kaya bey ve Erman beylerin komplo teorileri üzerine bir şeyler karalamak gereği hissettim yine. Öyle ya her hafta aynı orta oyununu, tekrar izlettiriyorlar bize. Kendi davaları gibi sahipleniyorlar şike davasını. Sanırsın birbirlerinden nefret eden iki kardeşin miras davasında taraflar. Ortada "milyon dolarlar" var sanki(!), nasıl mücadele veriyorlar delil bulmak, adam asmak için. Şu dava sonuçlandıktan sonra ne yapacaklar bilmiyorum. Hayır konuşacak başka bir şeyleri olmadığı için, ne yapacaklarını merak ediyorum.

Gerçi her kanalda aynı tiyatro yok mu? Kendine gazeteci diyen şaklabanlar, herkesin konuştuğu şike davasından bir çatal almak için, spor programlarına katılmıyorlar mı? Saçlarında jöleyle, "plaza" çocukları, tarihinde yüzlerce efsane olan koca bir çınara çamur atıyor, gazetecilik adına. Ustanın iki yazısını paylaşmak istiyorum burada. İlki Milliyet gazetesinde yayınlanan "Namık Sevik'i Yeniden Anarken" başlıklı yazısı. Şöyle diyor usta;

" Türk spor basını dün Ümraniye Çakaldağı mezarlığında Namık Seviksizliğin 14. yıldönümüne gönül ve yürek bastı. Ümraniye Çakaldağı mezarlığı Namık ağabeyi defnettiğimiz ilk gün yani 14 yıl önce böyle değildi. Bir yemyeşil cennet ve göğü bir oksijen deposu idi. Ne etrafta İstanbul'un yükseklerinde yeni yeni dolanan yılankavi otobanlar vardı, ne yeni holding azmanları, ne de üstüne kat be kat çıkılmış apartmanlar... 14 yıl önce bol oksijen alınan ve cirit atılan yeşilliklerde, şimdi kımıldamak için milim yer yok. Ümraniye tüm doğası yeşili ve oksijeni ile kirlenmiş, sıkışmış, o temiz varoş yerine hepimizin bildiği İstanbul'a bırakmış.
Tıpkı holdinglerin sayılamaz katlarına inmiş çıkmış Bağcılar ve Güneşli'de konaklamış yeni gazete adresleri gibi... Her şeyi ile kurumuş, nefes almaz dostluk bilmez her organı ile makinaya teslim olmuş o insanlara nasıl gazeteci dersiniz. O makinaların önünde devamlı oturan, o hava diye sıkıştırılmış suni oksijen alan, o otomobilin içinde hiç düşünmeden olaya giden, o hiçbir şeyi duymadan hissetmeden deklanşöre basan işçiye nasıl gazete muhabiri veya fotomuhabiri dersiniz. Bu kadar insanın dışında yaşayan, olayın uzağında çöreklenmiş gazeteler, yığınla stajyer ordusuyla, başsız lidersiz iyi antrenörden yoksun kalabalığı ile nasıl Cağaloğlu'daki kaliteyi ve tirajı yakalayacak?
Cağaloğlu'ndaki simitle gününü geçirmek bile holdinglerde yenen lüks öğle yemeklerinden daha verimli bir gazeteci tokluğu idi. Cağaloğlu'ndaki masasına bir daktilo yerleştirilmiş tek odası bile holdiglerin cıvıl cıvıl insanlı odalarından salonlarından daha çok gazeteci avazı taşırdı. Cağaloğlu'nda kırık bir masada yazılan bir haber, Güneşli veya Bağcılar'da çıkan bir gazeteden daha değerliydi. Namık Sevik'in altın spor kadrosundan son pırlanta Kahraman Bapçum ağabeyimiz geçenlerde yazdığı bir yazı ile holding gazeteciliğine veda ederek kendi dünyevi köşesine çekildi.
Ne zamanı geri kuran bir saat var, ne yılları geriye doğru şişiren bir garip takvim. Onun için geçmişin tekrar hal olması mümkün değil. Eski gazeteciliği eski Nuruosmaniye'yi ve Namık Sevik'in spor gazeteciliğini özleyenler artık sadece arşivlere bakabilirler, sadece.
Ne o gazetecilik heyecanı var, ne o meslek ilkeleri ve geleneği var, ne de o ağabey kardeşlik ilişkisi var. O eskilerde başka iş yapmayan gazete patronu artık bin kollu ahtopot. Her taşın altından bir tüccar şeklinde çıkıyor. Artık işverenle birlikte tüm gazetecilikten geçinme ve başka iş yapmama perhizi tarihe karışmıştır. Devletçiliği yavaş yavaş bırakan Türkiye bir devlet itibarı olan gazeteciliği şimdilerde ayrıcalıklı bir meslek olmaktan çıkarıp alalede bir vatandaş işi yapmıştır.
Sarı basın kartı imtiyazının ruhunu önce gazeteleri holdingleştiren sermaye bozdu. Şimdi o imtiyazları devletten çıkıp özel sektör olan kurumlar bir bir kaldırıyor gazeteciliğin üzerinden... Eski Bab - ı Ali'yi özleyenler, Namık Sevik gazeteciliğine iç geçirenler eski dönemin geri gelmesini bekleyenler, hiçbir şeyi beklemesinler."

Sadece ölümlerini beklesinler...


Okuduktan sonra bakın bakalım şu resimlere. Bunlar şuanda insanların inanarak izlediği kendine gazeteci diyen şaklabanlar.






Evet, bu adamlara inanıp "şunlar şöyle şöyle dedi yeaa, şike var lan kesin" diyen insanlar büyük bir çoğunlukta. Erman ve Kaya beylerden zerre haz etmem. Hatta ikisini görmek bile, ağır bir beyin hasarı yaratıyor bende. Rasim beylerinde onlardan aşağıya kalır yanı yok yani. Nasıl buralara geldi, Allah'ını seven anlatsın bana. Gökmen Özdenak ise, neyse.

Tek üzüntüm Kaptan Ziya ağabeye. Bütün bu olaylar arasında sıkıştı kaldı. Ne yapacağını bilemez hale geldi. Aslında kendisine yakışan, bu spor programını biran önce bırakıp, gazetede yazmaya devam etmekti.

Serhat Ulueren olayına girmek dahi istemiyorum. Herkes bilir onu nasıl olsa.

Ustanın ikinci yazısını tek tek postalamak lazım bunlara. Anlarlarsa...

Daktilonun Defansı Olmaz Milliyet 14.08.1986

" Üç yıl sonra Ali Sami Yen rezilhanesinden, Yen Sami Ali Bey kaşanesine... Ellerine sağlık, devlet baba eli, İstanbul'un çalışkan bölge neferi...

Tribünler, tuvaletler, soyunma odaları, hakem kafesleri pırıl pırıl... Deterjan dök, sonra eğil de yala.

Saha mı, zemin mi? Yeşili-simmo... İtalyanca "simmo"yu bir yeminli mütercim bürosuna 100 kağıdı verip Türkçeye tornistan ederseniz, yeşiller yeşili...
Beyaz insanlar kentinde bir çöl sıcağı, bir Afrika sıcağı... Başka ne kadar "sıcağın da sıcağı" varsa, o termometrelerdeki bir sıcak işte... İstanbul sanki ölmüş de, cehenneme girmiş...

Sizlerin gözlerinizin ne kadar hassas olduğunu, o hassas gözlerinize ne kadar hassasiyet gösterdiğinizi bilmiyorum...
Fakat ben düne kadar, dünkü Fenerbahçe-Galatasaray maçına kadar, gözlerimin futbol karşısındaki bakireliğini korudum.
Bakirelik sizlere ömür artık... Gitti gider... "Dönülmez akşamın ufkunda vakit çok geç" diyen biraderim Nihavent'le...
Ne yaparsın, 80 yıl görülen, seyredilen, Türk Romeo Juliet'ini nasıl "es" geçersin, nasıl "pas" dersin?..
Denecek şudur Türkiye'de...
Galatasaray karasevdası -bir daha aynısı- Fenerbahçe karasevdası tek iflas etmeyecek sevgi şirketidir.

40 yıllık Babıali yokuşu, 40 yıl sonra ad değiştirip, anlaşılan Meşhedi yokuşu oldu.
Ben siftah yaptım. Dün seyrettiğim Galatasaray, Galatasaray'ı Almanya'da seyredip de, "Bu Galatasaray tüm Almanya'yı ayağa kaldırdı" diyen kalemlerle aynı kalem değilim. Galatasaray Alman Milli Marşı değil ki, neden Almanya'da herkesi ayağa kaldırsın?
Aynı şey Fenerbahçe için de uyar. Fenerbahçe'yi mevsim başı provalarında, "Kendisi gitti, forması kaldı yadigar" şeklinde tenkit yadları gönderenler de, Sarı Lacivertli ekipten önce kendi kafalarına basmalıdırlar.
2-0'dan sonra Fenerbahçe, maçı 5-0 yapsa idi; Türkiye'nin en büyüğü mü olacaktı? Yahut maçı 2-0'dan 2-2'ye getiren Galatasaray, gösterdiği başarıyı, başarı olarak biraz daha uzatıp maçı 4-2 kazansa idi, Fenerbahçe'nin apoletlerini söküp Galatasaray'a mı takacaktık?

Türkiye'de en tehlikeli şey, futbolda günün içinden çıkıp, yarınlara ait olmamışlara isim bulma merakı ve hastalığıdır.

Bu hastalık dünkü maçta olmayan penaltı sarılığına yakalanan hakemin hastalığı kadar tehlikelidir. Çünkü, hakem hataları nasıl hiçbir merci tarafından tashih edilemezse, daktilodan çıkan yazıyı da, "bin pardon" deyip geri çekemezsiniz.

Daktilonun defansı olmaz...

Üç Efsane



Tanıdınız mı bu üç şık beyefendiyi?

Lefter Küçükandonyadis, İslam Çupi ve Basri Dirimlili...

Üç büyük adam, üç efsane. İkisi sahada oynadıkları futbolla, diğeri kaleminden çıkan yazılarla efsane olmuş üç koca yürek.

Dün Fenerbahçe taraftarı haklı davalarında yürüdü Kadıköy'ün Bağdat Caddesinde. Bu resimde gördüğünüz beyefendiler hayatta olsaydı, yaşları kaç olursa olsun, bizlerle yan yana olmaz mıydı? Sevdamıza kimse engel olmasın diye, bizlerle birlikte bağırmaz mıydı?

Selam olsun bu güzel insanlara. Sizin büyüttüğünüz sevdamızla yürüyoruz yan yana, artık bu tarafta olmasanız da.

Tutarsızlık



Trabzon'a karşı alınan harika zafere sevinemedik bile Onur kardeşimiz hastanedeyken. Fenerbahçe dosta düşmana korku salmış, "playoff'ta da gömçürür, şampiyon oluruz yeaa, olsun playoff iyi gelir olur" diyenler Trabzon maçını izledikten sonra "Playoff denen saçma uygulama olmasa şampiyonduk, Allah belasını versin federasyon" demeye başladı. Çünkü öyle bir top oynadı Fenerbahçe. Bunu üzerine basa basa yazıyorum tekrar tekrar, "KORKU" saldı. Maç hakkında yazılacak çok şey var aslında ama gerçekten futbolu düşünemiyorum şuan.

"Asıl umutsuzluğa düşüren, senin bu tutarsızlığın, bir dediğin bir dediğini tutmuyor." - A. İlhan

Ne oldu anlatalım kısaca. Fenerbahçe bir koreografi hazırlamıştı maç öncesinde. Bir aksilik yaşandı ve kullanılan çelik halatlardan bir tanesi Onur kardeşimizin kafasına düştü. En azından anlatılanlar bu şekilde. Onur'un ciddi bir hayati tehlikesi vardı. Hastaneye kaldırıldı ve çok şükür şuanda durumunun iyi olduğu haberi geldi. Anlatılanlar bunlar. Allah'tan tekrar acil şifalar diliyorum Onur kardeşimize.

Bu olay sonrası Fenerbahçe taraftarları koreografiyi taşıyan ipleri bırakmışlar, tabi ekran başından izleyen bizler gibi bu durumdan haberi olmayan herkes de gülmeye başlamıştır. Hatta oldukça yaratıcı tweetler okudum bununla ilgili. Bu futbolunda doğasında olan birşey. Rakibini dostane bir şekilde kızdırdıkça güzel olur spor. Peki ya rakibinin başına gelen kötü bir olayla dalga geçmek, bunu eğlence malzemesi yapmak ve bundan keyif almak? Hayır koreografiden falan bahsetmiyorum ben. İnsanlıktan nasibini almamış, yani insan demeye dilimin varmadığı (aslında ne küfürler hazırladım kendisine ama...) bir şahıs, "Oh olsun, en iyi fenerli ölü fenerlidir" yazmış twitter'da.

Şimdi soruyorum size, bu eleman daha sonradan özür diledi, yok ben şöyle adiyim, yok böyle köpeğim dedi ama ne fark etti? İşin daha acı tarafı, bu adama gülen, "iyi dedin abi" diyen o kadar çok adam oldu ki. Bir can, bir insan hayatı Allah'ın belası futboldan daha mı değerli? Sorarım ya, hangi para bir hayat satın alabilir? Dünyadaki bütün paralara, bütün maddi değere sahip eşya, arsa, aklınıza gelecek herşey sizin olsa, hayat satın alabilir misiniz? Gazi Üniversitesinde okuyan gencecik bir çocuk. 18-22 yaşları arasında. Onun şimdiye kadar yaşadıklarını, eğer en kötü senaryo gerçek olsaydı (Allah'a çok şükür ki olmadı) senin taraftarı olduğun camia, ailesine verebilecek miydi? Kaç kişi tepki gösterdi bu olaya? "Oh olsun" yazan adamın adının lanetlendiği kaç tweet gördünüz?

Maç esnasında Emre Zokora'ya "Fucking Nigga" yani "Aşağılık Zenci" demiş. En azından size çevirilen şekli bu. Peki nedir bu nigga? Zenci insanlar "demokrasinin beşiği, özgürlükler ülkesi" Amerika'da zenci insanlar köle olmaya zorlanırken beyazların onlara hitap şekli. Yani kısaca "köle" demek. Şimdi bazıları -ki spor yazarı olmuş bazıları- "ne demiş? zenci demiş? adam zenci değil mi?" falan şeklinde ki Emre'yi savunmalarına "adamlar her şarkısında birbirlerine nigga diyor, ne var bunda?" diyebilirler. Tupac bu durumu şu şekilde özetler; "nigger boynunda ip olan, nigga boynunda altın kolye olandır". Yani bu adamlar birbirlerine bu şekilde hitap ediyor olsalar bile, ataları kölelik görmüş, Afrika'da yaşamakta olan akrabaları vs. ise halen sömürgeci düzen tarafından "modern köle" olarak kullanılan insanlara, bir beyazın bunu söylemesini hakaret olarak görüyorlar. Bunda da sonuna kadar haklılar. Emre yapmaması, söylememesi gereken bir şey söyleyerek bizleri çok üzdü, hatta canımızı yaktı.

Şimdi bu iki olayı birleştirelim. İlk anlattığım olaya "heheh doğru söyledin abi" diyen insanlar (az olduklarını sanmayın) "Irkçı Emre futboldan men edilsin" demeye başladı. Hrant Dink öldürüldükten sonra, beyaz bereyi simge haline getirip maça gelenler "Emre ırkçıdır" demeye başladı. Eboue'ye ırkçı tezahürat yapan bir grup, "Emre hep böyle ırkçıydı zaten" demeye başladı. Onur'a "ohh olsun" diyenler, ırkçılık düşmanı oldu yani.

Hatta şöyle komik bir söz bile okudum, ünlü bir yazarın kaleminden. "Yüzyıllardır bu ülkede olmayan ırkçılığı Türkiye'ye getiren Emre Belezoğlu"...

Yani şöyle oluyor arkadaşlar. Üzerinizdeki forma, etnik kimliğiniz veya siyasi görüşünüze göre ırkçı oluyorsunuz. İşte bu yüzden lanet olsun futbola. İnsanları bu kadar iki yüzlü, bu kadar bencil, bu kadar acımasız yaptığı için lanet olsun futbola. Demirhan Tanik gibi şerefsizler yüzünden, lanet olsun futbola.

Ne değişecek bu yazıdan sonra? Belki 100 kişi okuyacak, belki 1000, belki 1000000 kişi. Ne fark edecek peki? İnsanlar durup yarattıkları bu saçma düşmanlığa son mu verecek? Acımasız ekonomi çarklarının döndürdüğü futbol ekonomisi, bu kaos ortamının bitmesine destek mi olacak? Türkiye'de 10 yıl bile futbol oynanmasa ne olacak? Doğru ya, bu topraklara ırkçılığı Emre getirdi ve Demirhan gibi şerefsizler sütten çıkmış ak kaşık. Rıdvan Dilmen'e her gün "ana avrat dümdüz" giden adam, ilk takımını öven beyanatından sonra "adamın dibi" demeyecek mi?

Hani diyorlar ya, "ülke içerisinde dış mihrapların oyunları yüzünden gelişemiyoruz" diye. Yalanın hası aslında. Biz bu kafayla, bu yanar döner halimizle, rüzgarın estiği yöne savrulmamız yüzünden bu hallerdeyiz. Duruşu, görüşü, beyni olmayan, sadece farklı bir takımın taraftarı olduğu için o kişinin ölmesini isteyecek kadar küçük Demirhan gibi adamlar aramızda yaşadığı için halen 3. dünya ülkesiyiz. Dünyanın en pahalı benzinini, internetini kullanmamıza rağmen, deprem vergilerini otobana harcayıp, sonra bundan övgüyle bahseden, ama deprem olduğunda "oradaki" vatandaşlarımıza yorgan-çadır götüremeyen, deprem paralarını harcadığı otobanlar için harcaması gereken paranın nerede olduğunu bilmeyen bir adama, bütün bunları yapmasına rağmen "1 ton kömür" verdiği için oy veren vatandaşlarımız olduğu için bu durumdayız. Kendinizi kandırmayın.

Yarın hepsi unutulur. Ne Emre'nin ırkçılığı, ne Demirhan'ın yazdıkları. Gözü açık, gerçekten insan olan insanlar hatırlar sadece bugün yaşananları.

Bu utanç günü, adamlığın kitabını yazmış "Baba Hakkı'nın" ölümünün 23. yıl dönümünde olması bile birilerine bir şey anlatmıyor. Allah toprağını bol etsin, nur içinde yatsın, Baba Hakkı yani Hakkı Yeten yaşasaydı bizlere kaşları çatık şekilde bakar, "Bunun için mi oynadım ben futbol? Sizlerin mi efsanesi oldum ben? Yazık..." demez miydi? Artık kendimize gelme vakti. Yoksa bazı şeyler için çok ama çok geç olacak.

1 Nisan 2012 Pazar

Kocaman Gururumuzsun!



Çocukluğumda ezbere sayabildiğim ilk kadronun golcüsüydü Aykut Kocaman. Attı gollerle defalarca sevindirdi bizi. Yaptığı onca hataya rağmen (bu sezon da devam ettirdiği hataları) şampiyonluk ipini göğüsledik o takımın başındayken. Ama hatalarından ders almıyor Aykut hocamız. Bu açık ve net olarak gözüktü bir kez daha az önce biten Trabzon maçında.

Galatasaray maçında izahı yoktu Alex ve Stoch'u çıkarmasının. Bu maçta da işte o kadar anlamsız bir değişiklik yaptı. Tamam sakatlanan Alex'i çıkarman lazım. Yerine alacağın isim Özer mi olmak zorunda? Sonra Sow - Bienvenu değişikliği? Yahu takım ileri top getiriyor, Sow mu atamıyordu? Mantıklı hamle Dia ve Emre'yi oyuna almaktı ama oyuna Sow'u çıkartıp Bienvenu'yü alarak müdahale etti. Christian iyi oyuncu, fakat Fenerbahçe'nin her maçında 90 dakikayı çıkartması bir teknik direktör hatası değilde nedir?

Tamam Emre asabi, bu maçların tansiyonunu kaldıramayacak bir oyuncu. En azından son 15 dakika alınamaz mıydı Christian'ın yerine? Sakat diye kadroya almadıysa eyvallah, ama disiplin uygulamasının yapılacağı maç, bu maç mıydı?

Tekrar dönelim Özer konusuna. Evet Aykut Kocaman inanıyor Özer'e. Hatta pozisyona bile girdi oyuna girdikten sonra. Fakat Fenerbahçe'nin yediği golün de mimarı oldu. Topu kaptıran Bekir olabilir, fakat hep ev sahibi mi suçlu olacak? Hırsızın hiç mi günahı yok? 3 Trabzonspor'lu oyuncunun arasında duran Bekir'e pası veren Özer'in hiç mi suçu yok? İleri vurmak varken topu, Bekir'e pas veren Özer'i oyuna alan (ki Özer bunları hep yapıyor, İnönü'de oynanan Beşiktaş maçı en güzel kanıtıdır) Aykut Kocaman'ın hiç mi suçu yok? Yahu bütün maç boyunca Trabzon bu kadar hataya sürüklemedi Bekir'i. Bildiğin bombayı bırakıp kaçtı Özer Bekir'in kucağına. Sonra Bekir suçlu evet.

Şu maçın Fenerbahçe'nin üstünlüğü ile bitmemesinin tek sorumlusudur Aykut Kocaman. Rakip bütün oyuncuları ile kalene yüklenirken, iki takım oyuncuları arasında en hızlı isim olan Dia'yı oyuna almamak yapılabilecek en bariz hatadır. Özür dilerim sürekli Özer konusuna geliyorum ama, geldiği tarihten itibaren hiçbir katkı veremeyen Özer'i en kritik maçlardan birinde oyuna almak hangi teknik direktörün deneyeceği birşeydir?

Kusura bakmayın ama, Özer'in girdiği pozisyona Fenerbahçe'li her oyuncu girerdi zaten. Oradaki isim Özer'di sadece.

Hep olumsuz şeyleri söyledik ama, Caner - Stoch tercihi bence doğruydu. Şenol Güneş'in de bunu beklediğini düşünmüyorum. Hem sol, hemde sağ kanadı kapattıktan sonra Fenerbahçe, Trabzon'un düşeceği, Volkan ve Olcan'ın pillerinin ilk yarı sonunda biteceği güzel bir öngörüydü Aykut Kocaman adına. Emre bugün kulübede olsa, Christian ve Selçuk ile başlaması da doğru olacaktı ama, Emre kadroda bile değildi.

Bütün bu hatalarına rağmen, dik duruşun yüzünden gururumuzsun Aykut Kocaman. Ama lütfen, aynı hataları tekrar tekrar yapma.

Son söz Trabzon taraftarlarına gelecek. Gerçi taraftar demek, bizlere hakaret o insanlara. Ayakkabı, don, gömlek, sutyen, şişe, sis bombası, meşale, bozuk para gibi cisimler atmak ülkemizde normal (!) görülüyor ne yazık ki. Peki ya bıçak atmak? Bu yanlış hatırlamıyorsam sahaya atılan ikinci bıçak oldu Avni Aker'de. Daha öncede Beşiktaş Fi-Yapı İnönü'de atılmıştı bir kez. Ama bunlara kılıf uydurmaya çalışmak, sahaya bıçak atılmasına rağmen hakem olarak soyunma odasına gitmemek nasıl izah edilebilir? Bunu yapan ben insanım diyerek, bizlerle nasıl ortak haklara sahip olabilir?

Sahaya yabancı madde atmak yasak ve bunu atan seyirciler bir daha maçlara alınmıyor ya hani, bugünden sonra ne olacak? Maçtan önce Organize İşler şarkılarını çaldıran, devleti soyan, Mecnun Odyakmaz'ın "bize teşvik teklif ettiler" itirafına rağmen halen dışarıda serbestçe dolaşan Sadri Şener gibi isimler Türk futbolunun içerisinde olduğu müddetçe, kusura bakmayın ama bunları daha çok izleriz. Yüce Türk Adaletine olan sonsuz güvenimiz sayesinde(!) bu isimlerin hak ettikleri cezayı alacaklarına olan inancımız tamdır.