12 Aralık 2014 Cuma

Gecikmiş Bir Yazı :)


Sene 1972...

Bir muhasebe ve ihracat direktörü, bağlı olduğu firma hayali ihracat (ki o dönem inanılmaz meşhurdur. Hayali ihracat kaçakçılığını bırakın, hayali altın kaçakçılığının yapıldığı dönemlerdir) yaptığı gerekçesi ile denetlemeye alınır alınmaz, yurtdışına kaçar. Belçika'da ortaya çıkar. Artık hayali ihracattan kazandığı mı yoksa başka finansörler tarafından mı finanse edildiği bilinmeyen bir elektrik firması ile yükselişe geçer. Tuhaftır, bu firmanın ortakları Hümeyni rejiminden kaçan, "Beyaz Devrim" sırasında petrol zengini olmuş kişilerdi. Nerede, nasıl tanıştıklarını kimse bilmiyor tabi ki.

Çok geçmeden, inanılmaz büyük işler almaya başladı bu arkadaş. 10 yıl gibi kısa bir sürede, petrol alım-satım işlerinden, enerji santralleri kurabilecek seviyelere geldi. 1999 yılında bu zat ı muhterem, Türkiye'ye tarihinin en pahalı elektriğini sattı. Üstelik dönemin cumhurbaşkanı tarafından, madalya bile kazandı bu sayede. Gel zaman, git zaman, bu arkadaşı finanse edenler, Türkiye'nin en kuvvetli adamları olmaya başladı. O zaman, Antalya gibi pek çok yerde, nasıl olduğu bilinmeksizin oteller dikmeye başladı. Gitgide kuvvetlenmeye, Türkiye'de de kök salmaya başladı. Emlak şirketi kurdu ve, Türkiye'nin en değerli arsalarından (1.175 dönüm) birinden, -ki bu isimler daha sonra bir spor kulübünün başkanı olduğu dönemde yanında, yönetici olarak yer aldı- 300 dönüm satın aldı. İşte bu, operasyonun startı oldu.

Operasyonun devamı ise, birgün camianın bu zat-ı muhteremden borç almak zorunda kalması ile devam etti. Fırsat eline geçmişti. Verdi lazım olan parayı, hatta geri alırken, faiz istedi. Kulüp daha da borçlandı. Artık ulaşmak istediği noktaya, bir adım kalmıştı...

Çok uzun sürmedi. 2011 senesinde, kulübe verdiği borca rağmen, başkan(!) seçildi. Hatta kulüp için bütün olumsuz referanslarına rağmen, muhalefet bile olmadan seçildi. Çöküş burada başladı.

Kimsenin günahını almayalım, yazdıklarımız gerçek değil, tamamen hayal ürünüdür. Yasal sorumluluk kabul etmem bu saatten sonra :)

2011 senesi Nisan ayı. Galatasaray lige havlu atmış, Fenerbahçe ve Trabzonspor şampiyonluk yarışı içerisinde. Fenerbahçe ligi şampiyon olarak bitirirken, Trabzon ikinci sırada kalıyor. Fenerbahçe şampiyonluğunu kutluyor, bir sonraki senenin planlarını yapmaya başlıyor. Aradan 2 hafta geçiyor, spor camiası bir deprem ile uyanıyor. ÖZEL YETKİLİ MAHKEMELERİN, ÖZEL YETKİLİ SAVCISI bir operasyon patlatıyor (!). Yine...

Gözaltılar, medyaya asılsız haber sızdırmalar, yandaş basın tarafından uydurma haberler başlıyor ivedi bir şekilde. Ne mi bu başlıklar? Hemen hatırlatalım...

Emenike'nin para sayarken görüntüleri var. - Yokmuş...
Son 16 maçın sonucunu biliyorduk. - Bilmiyorlarmış...
Fenebahçe'li masör Ankaragücü'ne para götürdü. - Adam sadece Ankara'ya gitmiş...

Daha niceleri. Ve baş aktörü kimdi bu haberlerin? Mehmet Baransu...

Neyse, geçelim bunları. Daha sonra Fenerbahçe taraftarları yürüyüş düzenledi Bağdat Caddesinde. Tarihte ilk defa, bir spor kulübünün yürüyüşünde, polis biber gazı kullandı. Evet, toplumsal bir olay yoktu ortada. İki taraftar grubu birbirine girmiyordu. Sadece taraftarlar, kol kola girmiş yürüyordu.

Bu tepki geri adım attırdı birilerine(!). Bir parkın korkusunun ilk tohumuydu bu. Fakat, bunun devam etmesini isteyen birileri daha vardı. Hemen talimat ile, acil bir manevra geldi. Manevranın adı; "BU ATEŞ ÜFLEYEREK SÖNMEZ" oldu.

Gel zaman git zaman, olay UEFA'ya gitti. UEFA ilk önce, "mahkeme kararı gelmeden, ceza veremeyiz" oldu. Hooop bir yazı ulaştı UEFA'ya. "Biz inceledik, suçlular, ceza verin" dedi birileri. Kim o birileri? 3 Temmuz'un hemen akabinde, 6 temmuz günü yönetime giren bir bey amca. "Evet" dedi, "ben biliyorum, suçlular". UEFA kabul etti.

Ertesi sene, bazı şeyler değişti. Fenerbahçe kadrosunun büyük bir bölümünü dağıttı. Buna rağmen, büyük paralar harcayan ezeli rakibi ile şampiyonluk maçına çıkacak kadar bilenmişti. Şampiyonluk gelmedi, birileri, bundan sonra dağılır bu takım dedi. Dağılmadı. Gerisi zaten malumunuz. Birileri ile ters düşünce bu örgüt, bütün iplikleri tek tek pazara çıktı. Bütün kurmaca davalar, bütün o senaryo mahkemeler.

Allah'ın izni ile bu komplodan başı dik bir şekilde sıyrılacak Fenerbahçe yeniden yargılanma sonrası.

Peki bu örgüt ile birileri ters düşünce ne oldu?

Tekerine çomak sokulanlar tek tek görevlerini bırakmak zorunda kaldı. Önce devlet kurumlarından tasfiyeler oldu. Ardından, birileri istifa etti ve kayboldu :)

169 milyon dolar... Teknik direktör paraları, maaşlar haricinde ödenen miktar bu. Nereye mi? Transfere. Teknik direktörlere ödenen paralar ve maaşlar ile, 210 milyon dolar para harcadı bu adam. Bu sırada kazanılan paralar nerede kimse bilmiyor. Neden mi?

Galatasaray, 2012 senesinde Vestel'den sonra Belçika'lıların olan, daha sonra Rus sberbank'a satılan Denizbank'a tam 220 milyon dolar borçlu durumda. Peki, Sberbank ve Dexia'nın ortak yönleri nedir?

İki bankada, enerji üretim tesisleri yapan firmalara verdiği krediler ile tanınıyor. Yani, iki bankanın kredi verdiği önemli iş adamlarından birisi de Ünal Aysal. Hatta enteresan bir tesadüf olarak kayıtlara geçsin, 2012 senesinde, Denizbank Dexia'dan, Sberbank'a geçmeden önce, Ünal bey tam 122 milyon dolar transfer harcaması yapıyor. Akabinde, Ekim ayında Belçika kralı tarafından Leopold II Yüksek takdir nişanı alıyor. Enteresan sadece.

Daha sonra, ipotekler devam ediyor. Galatasaray bu süre içerisinde para basıyor, tabi ezeli rakibi şampiyonlar ligine katılamıyor, o paralar hep Galatasaray kulübüne akıyor, ama ortada bir sorun var. VERGİ!

Şunu diyebilirsiniz, Galatasaray vergilerini ödediği için borçlanmış olabilir. Hayır.. Galatasaray vergilerinden dolayı borçlanmıyor. Galatasaray'ın kazandığı paraların nereye gittiği bilgisi yok maalesef. Ama Galatasaray uzun bir süredir vergi ödemiyor. En son 40 milyon tl daha ceza yedi Galatasaray bu sebeple. Peki bu borçlar neden şimdiye kadar açıklanmadı? Sizce? :)

Kabataslak, Yarsuvat'ın da deyimiyle, alacak- verecek farkı sonrası, Galatasaray 450 milyon dolar gibi bir para borçlu durumda. Bunun neredeyse 270-280 milyon doları, banka kredileri.

Bu böyle uzayıp gidiyordu. Daha da devam edecekti aslında. Ama bir son buldu. Hemde ani bir şekilde. Ne oldu? Bugüne kadar Galatasaray'ın bu borçlarını TFF ve UEFA iyi biliyordu. Fakat, çilekçi bu durumu kontrol altında tutabiliyordu. Ticari ilişkileri bulunan DEXIA'nın genel müdürü, 14 mayıs tarihinde vefat eden Jean-Luc amca, aynı zamanda UEFA Mali Fairplay kurulu başkanıydı. Yani görmezden geliniyordu.

Fakat kendisi rahmetli oldu. Bilin bakalım bunun ardından kimin istifa sinyalleri gelmeye başladı? Kim görevi bırakıp gitti :)

Şimdi, Galatasaray'ın içi, çekilen krediler ile boşaltıldı. En değerli varlıklarına el konulmak üzere. Stat için yapılacak ödemeler yapılmadı, uzun bir süre ipotek altında çoğu geliri. Peki bütün bunlar neden oldu?

17 Aralık gününü hatırlayın. İşte o günden sonra, bütün taşlar oynamaya başladı yerinden.

Bütün düzen suya düştü. Fenerbahçe'yi suçlayan bu örgüt, yıllarını çalmaya çalışan bu örgüt suyun dibini boyladı. Artık tüm suçsuzlar tek tek özgür kalıyor. Terörist diye yargılanan paşalar serbest kaldı. Gazeteciler tek tek çıkıyor. Suçsuz olanların suçsuzluğu ispat ediliyor.

Geriye bu insanların açtığı son bir dava kaldı ve onun tekrar görülmesine ise son 1 ay. Allah'ın izni ile aklanacak Fenerbahçe ve adalet yerini bulacak. Sonrası mı?

Asırlık çınarı devirmeye çalışanların sonu olacak. Elbette Fenerbahçe'nin o dönem yanında olmayan (bazı nedenler yüzünden) diğer asırlık çınarlar, Fenerbahçe'nin yanında olacaklar o gün. Peki tarih Ünal Aysal'ı unutacak mı? Ya o Trabzon başkanı Sadri Şener'i?

Bir Fenerbahçe'li olarak şunu söyleyebilirim ki; Galatasaray bizim ezeli rakibimiz olduğu kadar, ebedi dostumuzdur da. Bir kuklanın elinde oynatılmış olsa bile bu koca kulüp, bağlar tekrar onarılacaktır. İstanbul United dayanışmasında olduğu gibi, yine omuz omuza geleceğiz bu işin sonunda.

Tek bir ricamız var bizim sizden. Suçlu olanları, sizden olsa bile unutmayın.


30 Kasım 2014 Pazar

İkiyüzlü Bir Millet



Basit, açık bir gerçek var ortada. İkiyüzlü bir milletiz. Müslüman komşularını öldüren Sırplar gibiyiz hepimiz. Dün yemeğimizi paylaşırken, ertesi gün öldürüyoruz komşumuzu.

Basit, açık bir gerçek var ortada. İkiyüzlü bir milletiz. Ergenekon, Balyoz davaları sahte diyoruz, saatlerce mahkeme kapılarında direniyoruz ama aynı polis, aynı hakim, aynı savcının açtığı şike davasına "GERÇEK" diyebiliyoruz.

Basit, açık bir gerçek var ortada. İkiyüzlü bir milletiz. Kendi takımımızın oyuncusu kendini yere atıp, başka bir oyuncunun haksız yere kırmızı kart görmesine sebep olup, ardından dil çıkarmasına "KOÇUM, ASLANIM" diyoruz, o takımın bir başka oyuncusu, bu oyuncuya hakaret edince, "NE HAKKI VAR, FUTBOLUN DÜŞMANI" diyoruz.

Basit, açık bir gerçek var ortada. İkiyüzlü bir milletiz. Kendi takımımız haksız yere penaltı kazanıyor, "VERMEK ZORUNDA, AZ ÖNCE BİR PENALTIMIZI ÇALMADI" diyoruz.

Basit, açık bir gerçek var ortada. İkiyüzlü bir milletiz. Kendini hiçbir oyuncu bile yokken yere atan oyuncuyu takımımızda görmek istememiz gerekirken, o'na gol atınca "KRAL" diyebiliyoruz.

Sadece kendi gerçeklerimiz var. Sadece tarafını tuttuğumuz şey neyse, o'nun gerçekleri var.

Ben Müslüman'ım, halkımızın büyük çoğunluğu da benimle aynı dine mensup. Allah'a inanmayanların, inandığı insanı değerleri Kuran söyler zaten. Mesela "haram" yemeyin. Haksızlık etmeyin. İnsan olabilmek için, insan gibi yaşamayı talep etmek için, önce insanlığın temel değerlerini yerine getirmek gerekiyor.

DOĞRU HER YERDE, HER ŞEKİLDE DOĞRUDUR. KİM İÇİN OLURSA OLSUN, GERÇEK GERÇEKTİR.

Basit bir önerme yapalım.

Madem şike davası doğru, haklı bir dava, o zaman yargılanan bütün paşalar darbeci.

Bu kadar basit.

Gerçekten bu kadar basit. Ne paşalar darbeci, ne Fenerbahçe şikeci. Ne Volkan ve Emre adamın dibi, ne Melo en şerefli oyuncu.

Sonra diyoruz ki, nasıl bu kadar basit bölebiliyorlar ülkemizi diye.

Baksana, kendi tarafımızın aleyhine ise, fırıldak gibi dönüyoruz gerçekler karşısında.

Hem fırıldak, hem ikiyüzlü bir milletiz.

21 Kasım 2014 Cuma

Sanem Altan Ne Yapmış?


Uzun bir aradan sonra, artık gerçekten çileden çıktığım için yazmak zorunda hissettim kendimi. Kimsenin avukatlığını yapabilmek için ne yetkim var, nede haddim. Fakat birilerinin cevap vermesi gerekiyordu Sanem Altan hanımefendiye.


Diyor ki hanımefendi;
"Tam da bu noktada küfürlere hedef olan futbolcunun çizdiği portreyi de gözardı etmemek lazım, en azından ben böyle düşünüyorum...

Çünkü son yıllarda hangi olaya bakarsanız karşınıza; faili veya mağduru Volkan Demirel çıkıyor..."

Sanem hanım sanırım burada; Volkan Demirel'in açıklamaları ile halkın galeyana geldiğini ve kendilerince Volkan'ın bu küfürü hak ettiğini düşündüklerini belirtiyor. Yani Volkan bazı hatalı açıklamalar yapmış, bu yüzden insanlar kendilerine Volkan'ın karısına ve kızına küfür etme hakkı bulmuş.

Çünkü bu küfür edilen insanlar profesyonel oyuncular. O kadar para alıyorlar, kulaklarını tıkamaları lazım edilen küfürlere. işte bunu söyleyenler için çok güzel bir fikrim var benim. Bu insanlara para verip, 100 kişi toplayıp, koro halinde küfür etmek. Tepki gösterirse, "sen profesyonel birisin, paranı da al, bu küfürleri duymak senin işin." demek lazım. Mesela Sanem hanım kabul ederse, ben maliyeti cebimden karşılamaya razıyım.

Sonra hanımefendi demiş ki, "üşenmedim, ARAŞTIRDIM!". Yani bir zahmet araştırın. Çünkü siz gazetecisiniz. Lütuf etmiş olmuyorsunuz araştırmakla. O gazetede yazıyorsanız, üstüne para alıyorsanız, araştırmak zorundasınız. "Üşenmedim, araştırdım" kendine gazeteci diyen bir insan için, ne kadar da güzel bir cümle :)

Bulduklarına gelin beraber bakalım; hanımefendinin lütuf edip araştırdıklarına.

Yalnız, dikkatinizi çekmek istiyorum, hanımefendi her olayda Volkan Demirel'in savunmasını yazmaya tenezzül bile etmemiş. Volkan kati surette zaten suçlu. Keşke üşenmeyip Volkan'ın açıklamalarını da belirtseydi bu olayların yanında. Ama, zaten bunları onun gibi bir gazeteciden beklemek bizim için rüya değil mi? Belki de üşenmiş ve araştıramamıştır.

Sanem Hanım uzun ve derin araştırmalarının ardından şu bilgilere ulaşmış;

- 27 Şubat 2008- G.Saray maçında Lincoln’ün boğazını sıkarak, saha içinde kovalarak ve tekme atarak kırmızı kart gördü... (Yazım yanlışı kendisi tarafından yapılmıştır, noktasına - virgülüne kadar dokunmadan yazıyorum.)

Olay gününe dönelim. Sanem hanım "çok derin" araştırma yapmadığı için; anlatalım o günü kendisine. O zaman ki adı ile Fortis Türkiye Kupası, çeyrek final ikinci maçı. Fenerbahçe'den yanlış hatırlamıyorsam 8 kişinin sarı, 3 kişinin kırmızı kart gördüğü mücadele. Öyle ki, yerde ki topa uzanan Gökhan Gönül'ün futbol tarihine geçerek, "taç atarken kırmızı kart gören ilk oyuncu" olduğu efsane mücadeledir. Daha da açık söylemek gerekirse, Melih Şendil'in "hakem Cüneyt Çakır elinde kart ile bütün sahayı dolaşıyor" dediği maçtır. Gelelim o kovalama ve Volkan'ın kırmızı kart gördüğü, Sanem hanımın derin araştırmaları sonucu öğrendiği pozisyona.
Maçın bitimine saniyeler kala Galatasaray Volkan'ın koruduğu Fenerbahçe kalesinde golü buluyor. Gol ile alakası olmayan, maçın geç başlaması için herşeyi yapacak Lincoln, Fenerbahçe kalesine, topu almak için koşarken Volkan'a dönüp birşeyler söylüyor. Ardından araya Barış giriyor, fakat ikilinin laf düellosu devam ediyor. Ardından Volkan, yediği uyduruk golün ve maçtan sonra açıkladığı üzere, Lüncoln'ün kendisine ettiği küfür sonucu zıvanadan çıkıyor, ve önce Lincoln'ü kovalayıp, ardından yakalayıp kasıklarına tekme atıyor.

Volkan suçsuz mu? Tabi ki hayır. Volkan Sanem hanımın anlattığı gibi, durup dururken mi olay çıkartıyor? Hayır.

Peki Volkan yalan söylemiş olamaz mı? Olabilir tabi ki. Fakat Lincoln'ün ülkemizde ki vukuatlarını bırakın, sadece Alman liginde ki vukuatları bu teoriyi çökertiyor. Örnek vermek gerekirse, Schalke 04 forması giyerken Almanya Lig Kupası finali karşılaşmasında Stuttgartlı Tomas Hitzlsperger’in suratına tükürdü. 4 maç ceza aldı. Bir diğer örnek; Schalke 04’ün Bayer Leverkusen’e 1-0 yenildiği Almanya Birinci Ligi karşılaşması sonrası rakibi Bernd Schneider’e tokat attı... 5 maç ceza yedi.

Keşke sevgili Sanem hanım bu detayları da üşenmese ve araştırsaydı.

Sanem hanım diyor ki,

15 Haziran 2008- Çek Cumhuriyeti maçında Koeller’i iterek kırmızı kart gördü; 3 değişiklik hakkını kullanmış olan Milli Takım’da kaleye Tuncay Şanlı geçti.

Evet, bu konuda sonuna kadar haklı. Yine bir Jan Koeller klasiği olarak küfür edilmesi olsa da, Volkan'ın bu olayı yapmaması gerekiyordu.

Sanem Hanım diyor ki;

28 Mart 2010- G.Saray derbisinde F.Bahçe öndeyken maçın son dakikalarında kendisine gelen boş bir topu poposuyla kontrol etti; ortalık yine ayağa kalktı.

Evet, yaptığı yanlış bir hareket. Fakat bunu ilk yapan Volkan değildi. Sanem hanım biraz futbol maçı izlerse üşenmeyip, hakem hatalarının yine gırla olduğu ve yine ilk maddenin hakemi, büyük hakem Cüneyt Çakır tarafından yönetiliyordu. Bakın yine söylüyorum, yaptığı hareket tasvip edilecek bir durum değil. Fakat bunu, "sanki bütün tribüne dönüp elini şortunun içine sokmuş" gibi lanse etmek çok yanlış. Umarım anlatabilmişimdir.

Yeni bir madde;

2 Haziran 2012- Milli Takım kampında foto muhabiri Vedat Danacı ile tartışarak “Ben seni yazdım oğlum, evinden aldırmazsam adam değilim” diyerek tehdit etti.

Peki kimdir Vedat Danacı, neden bu Volkan'ın yanlış hareketi vuku bulmuştur?

Vedat Danacı isimli şahıs, yılların emekçi bir foto muhabiridir. Galatasaray taraftarı olduğu sağır sultan tarafından bilinir. Peki neydi Volkan ve Vedat Danacı'nın arasını geren? Sevgili Vedat Danacı o sezon Habertürk gazetesinde çalışıyordu. Milli takım kampına gelmiş, oyuncuları izin günü takip etmiş ve flying fox yaparken resimlemek istemiş. Volkan'ın kendisi ve takım arkadaşlarının ifadesine göre, takım arkadaşları fotoğraflarının çekilmesini istememiş ve Volkan'a iletmişler. O sezon "ALO FATİHCİM'in gazetesi" Habertürk'ün Fenerbahçe hakkında ki haberlerini unutan Volkan, insan gibi kendisine "benim resmimi çekin, arkadaşlar istemiyor" ricada bulunmuş. Buna aldırmayan Vedat Danacı, diğer arkadaşlarının da görüntü almasını söyleyerek takımın resimlerini çekmeye devam etmiş. Volkan videonun başında ne konuşulduğunu söylemiyor, fakat olayı bu şekilde anlatıyor. Velhasıl kelam, Volkan'ın sözleri yine doğru değil fakat, durup dururken saldırmıyor gazeteciye. Yine bir tahrik var.

14 Mayıs 2013- Yine G.Saray derbisinde Sabri Sarıoğlu ile kavgaya karıştı; saha karıştı; yine kırmızı kart gördü.

Peki, yine inanılmaz bir araştırmanın ürünü olan bu olayı anlatalım kendisine. Fenerbahçe Galatasaray karşısında önde. Galatasaray'lı futbolcuların yolladığı uzun bir top auta çıkmak üzere. Sabri yakalamak (!) için hamle yapıyor, Volkan, her maç en az 10 defa yaşanan bir pozisyonun tekrarını yapıyor, vücudu ile, son derece normal bir perdeleme yapıyor. Sinirli Sabri, Volkan'ı arkadan itiyor, arkası dönük, topu almak için eğilen Volkan'a ellerini açarak bağırmaya başlıyor. Volkan "ne var?" şeklinde birşeyler söyleyip, Sabri'ye doğru yürüyor ve horoz dövüşünde olduğu gibi, -Sanem hanım'ı zahmetten kurtaralım, araştırma yapmasına gerek kalmasın, horoz dövüşü, iki horoz arasında yapılan dövüşe denir- göğüs göğüse geliyorlar. Sonra Sabri Volkan'ın suratını sıkıyor ve tartışma başlıyor. Sonrasında olanları ise basit bir resim ile anlatmaya çalışalım.


Volkan sütten çıkmış ak kaşık mı? Hayır. Sanem hanımın anlattığı gibi kavgayı Volkan mı çıkardı? Hayır. Bunu Sanem hanım'ın anlattığı gibi taraflı anlatmak gazetecilik etiğine sığar mı? Asla...

Benim en çok güldüğüm maddeye geldi sıra. Okuyun, bakın, uzun araştırmaları sonucu, üşenmeyip hangi önemli bilgiye ulaşmış Sanem hanım?

10 Mart 2014- Trabzon maçında F.Bahçe 1-0 öne geçtikten sonra tribünlere doğru kayarak edebe aykırı hareket yaptı. Trabzonlular sahayı yabancı madde yağmuruna tuttu, direkleri yıkarak sahaya inmeye kalktılar.

Her maç, her oyuncunun, her kalecinin yaptığı gibi bir gole seviniyor Volkan. Sanem hanım, zaten bu gole kadar Trabzon seyircisi sahaya birşey atmamış, Volkan bunu yapınca "Aman Allah'ım Volkan'ın yaptığı o hareket yüzünden sahaya direk attı Trabzonlular" diyor. Yazıklar olsun. Bu konu hakkında başka birşey söylememe gerek yok sanırım? Aslında şunu da eklemek lazım, sanırım Sanem hanım İsrail Filistin arasındaki savaşı, İsrail'in haklı olduğu şeklinde yorumluyor. Yoksa kayarak -her oyuncu- gibi sevinmeye, kale direği atılmasını meşrulaştırmaya çalışıyorsa, Hamas'ın attığı 2 rokete karşılık neredeyse nükleer bomba atacak İsrail'in yaptığı aynı. Biraz mantık lütfen Sanem hanım...

25 Ağustos 2014- G.Saray’la oynanan Süper Kupa maçında penaltıyı kaçıran Melo’yla tartıştı. Maçtan sonra Melo’ya ithafen yaptığı “Bazı sokak köpeklerini belediye zehirlemezse ben gerekeni yaparım” açıklaması nedeniyle 3 maç ceza aldı.

Melo hakkında yazmam gerekmiyor sanırım. Hani Emre'yi tahrik ederek aldırdığı kırmızı kart sonrası dil çıkaran, Fenerbahçe tribünlerine karşı eli ile cinsel organını tutup sallamayan, köpek taklidi yapan Melo'yu anlatmama gerek var mı? Volkan tartışmış Melo ile. İyi yapmış. Sonra kendisine "köpek" diyen bir adama, "köpek" dediği için, 3 maç ceza almış. Normal...


Bu maddelerden sonra klasik Sanem Altan zırvalamaları devam ediyor. En can alıcı nokta şu yazısında ki.

Volkan eğer milli formayı hiçe sayarak milli takımı yalnız bırakacak kadar hassas bir yapıya sahipse; bundan sonra yaptıklarında ve söylediklerinde de aynı hassasiyeti sergilemeli...


Şunu sormak çok zor değil kendinize, üşenmezseniz tabi Sanem hanım. Evet, haklı olduğunuz noktalar var, fakat bu noktalar milli forma giyen hiçbir oyuncuya küfür edilmesini meşrulaştırmaz. Volkan değil, bu konuda hassasiyet göstermesi gerekenler tribündeki o üç beş zavallıdır. Üzerinde Ay-Yıldızlı formayı taşıyan Melo olsa, bugün attığı gole sevinmeli Fenerbahçe taraftarı. Emre gol attığında, Volkan penaltı kurtardığında sevinmeli Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkes. Zaten bu mentalite olmadığı için bu durumlarda değil mi milli takım?

Aslında sorulması gereken soru şu; iki tarafta haksız iken, sadece bir tarafı tü-kaka ilan etmeye çalışan Sanem Altan gibiler değil mi Türk futbolunun problemi?

Ahmet Çakar, Rasim Ozan, Ertem Şener değil mi Türk futbolunun asıl sorunu?

İnsanların vicdanları yerine, çıkarlarını koruması değil mi?

Geri kalan teknik problemler, biraz yatırım ile düzelecektir. Bakın Almanya'da ki Türk çocuklarına. Genetik mi? Kastamonu kütüğüne bağlı Mesut Özil. Ama Mesut milli takımımızı değil, haklı olarak Alman milli takımını seçene kadar, Ahmet Çakar ile hiç tanıştı mı Almanya'da?

Sanem Altan gibilerinin, Hıncal Uluçların yazılarını okudu mu? Sırf daha çok para kazanmak, daha fazla ego tatmin etmek için, bir takımın yalakalığını yapan bu ve bunun gibilerin dolduruşuna gelip küfür eden taraftarlar önünde oynadı mı hiç Mesut?

Türk futbolunun tek ve çok büyük bir problemi var. Sanem Altan ve onun mentalitesinde ki gazeteciler. Gerisi faso fiso.

31 Mayıs 2014 Cumartesi

Gezi Parkı S02EP01


İlk sezon askerde olduğum için, kaçak göçek twitter üzerinden takip ettik yaşananları. Pek olaylardan haberimiz yoktu. İçeriye kaçak göçek soktuğumuz cep telefonu üzerinden öğreniyorduk olan biteni. Televizyon yok, olanlarda zaten penguen belgeseli veriyormuş. Hava Kuvvetlerinde yaptığım için askerliği, yakındım Ankara'da ki olaylara. Nöbette bizim oralara kadar geliyordu biber gazı. Tepemizde 7/24 polis helikopteri vardı. Korkularının büyüklüğünü o zaman anlamıştım.

Bugün sivilim, evimdeyim. Çünkü Anadolu yakasından, Avrupa Yakasına geçmek imkansız gibiydi bugün. 25.000 polis görevliymiş bugün. Yani Tomoyoki Yamashita'nın 130.000 İngiliz askerine karşı birlikte savaştığı 30.000 askerinden beş bin daha fazla. Aynı onun gibi gidiyor zafere BB. Yamashita kendisine "Malaya Kaplanı" lakabını getiren Singapur zaferinde, insanlık kanunlarını hiçe saymış ve pek çok savaş suçu işlemişti. Tıpkı BB gibi.

Sonu mu ne oldu? Filipinler'in başkenti Manila'da, işlediği savaş suçları yüzünden asılarak idam edildi. Sonu benzer mi? Bu gidişle evet...

Peki bugün, geçen sene gibi olmamasının sebebi ne? Sadece polisler olabilir mi?

Hayır. Burada olmamama rağmen, en net gördüğüm şey, halkın refleks olarak sokağa çıkmasıydı. Bugün o refleksi gerektirecek bir durum yoktu ortada. Planlıydı yani herşey. Bizler anmaya gitmek istedik, onlar geçen seferin verdiği korku ile Taksim'i insana kapattılar. Çünkü anlamıyorlar ve insan sadece anlayamadığı şeylerden korkar.

.

12 Mayıs 2014 Pazartesi

Söylenmesi Gerekenler...


Yıllar önce içinde bulunduğum, kuruluşu sırasında bünyesinde bulunduğum bir taraftar grubu ile, Aziz Yıldırım'ın hesaplaşmasına sahne oldu "Şampiyonluk Gecesi".

Uzatmadan, gevelemeden, sonuna kadar haklı Aziz Yıldırım. Gerçekten "paralı köpekler" sıfatını hak etmeyen yüzlerce kişinin, o sıfatı hak edenler tarafından nasıl harcandığını çok iyi bildiğim için gönül rahatlı ile söylüyorum, "sonuna kadar haklı Aziz Yıldırım".

İyi hatırlarım, bundan tam 12 sene önceydi. Aziz Yıldırım'ın başkanlıkta 4. senesi, bizim Galatasaray'ı tarihi farkla yendiğimiz 2002 senesiydi. Fenerium o zaman şimdiki kadar güçlü değildi. Kendi diş fırçasını üretmek için, tedarikçi kullanmak zorunda kalıyordu. Gerçi halen öyledir. Çünkü Türkiye'de hala diş fırçası üreten 2-3 firma var. Her neyse, dün yaşanan kaosun baş aktörlerinden olan o tribün lideri, görüşme yapıyordu firma yetkilisi ile ofiste. "Bağlarım ama, bize de ateşleyeceksiniz" diyordu.
Caddebostan'ı bilenler için söyleyeyim, Rakkas'a gelmeden, 200 metre gerideydi o ofis. Kirası Fenerbahçe tarafından ödeniyor, bu taraftar grubunun yetkilileri ofis olarak kullanıyordu burayı. Moschino markasının Türkiye'de satışlarının patladığı, Bağdat Caddesine gelen 5 gençten 3 tanesinin kırmızı Puma ayakkabı giydiği dönemlerdi. Bu tribün lideri de bu şekilde giyiniyordu elbette. O zamanlar moda olan, halen revaçta olan Range Rover marka jeep'e biniyordu. Halen öyledir sanırım. Yan binadaki apartman görevlisinin eşine yemek yaptırıyor, ofiste olanlarla beraber yeniyordu. Temizlik işlerini de, yine taraftar hallediyordu. Özellikle T.a isimli bir kardeşimiz. Ofis olarak kullanılan dairede yatıyor, ailesi ile görüşmüyor, bulaşık falan yıkıyordu ofiste. İsmini özellikle belirtmiyorum, gücenir diye. Kendisi yapılan bir baskın sırasında içeri alınmış, uzun bir süre kalmış, dernekten yardım alamamıştı. Direk satılmıştı anlayacağınız.

Neyse o dönemler, Fenerbahçe stadında bazı görsel showlar yapılırdı hani. Devasa pankartlar yapılır, bunlar maçtan önce asılırdı stada. Yine öyle bir gün, bu tribün liderinin kuzeninden satın alındığını duydum bu pankartların. Kadıköy'de bir okul bahçesinde, tanesi 10 binTL'ye yapılıyordu ve hemen hemen her maç, statta bunlardan bir tanesini görebilirdiniz. İrili ufaklı olanlardan bahsetmiyorum bile.

Yine bu tribün lideri, diğer dernek başkanlarından da para alırdı. Söylemek istemiyorum şimdi isimleri, ama yeri gelirse onlarda anlatılır. O dönemler Aziz Yıldırım'ın en büyük savunucusu olan bu grup neden böyle ters döndü?

İtiraf ediyorum; çok sayıda maça, bırakın bedava bileti, biletsiz girdim. Maçtan 2-3 saat önce, bu taraftar grubu ile Yoğurtçu parkında 200 kişi kadar buluşur, polis kapısından içeri girerdik. Sonra bu uygulama bedava bilete döndü. Sonra bedava bilette kesildi ve daha uygun fiyata kombine kartlar satılmaya başlandı taraftar grubu tarafından. İşte benimde ayrılma sebebim buydu. Büyük ihtimalle başkan tarafından verilen o tribüne ait kombine biletler, bunlar tarafından satılmaya başlandı. Bizde tabi ki, gidip kulüpten almak varken 20-30TL fazla verip, bunların cebine para koymak istemedik.

Fakat içeride pek çok arkadaşım kaldı. Onlarla görüştük, aldık haberleri. Bedava biletlerin kesilmesinin ardından, kulübün pankartlar için para vermediğini öğrendik sonra. Maraton tribünü bittikten sonra bu taraftar grubunun buradan yer istediğini, alamayınca başkanı tehdit ettiklerini öğrendik. Sonradan çıkan kavgalar, taraftar grupları arasında mafyalaşmaya kadar gitti.

RTE için yaptıkları tezahüratlar, pankartlar, "sahaya girme" hadiseleri hep bunlar tarafından yapıldı. Evet şuan da bunlar birilerinden para aldıkları için, başkan aleyhinde konuşuyor, başkan aleyhinde tezahürat yapıyorlar.

Dün yaşanan hadise de, sonuna kadar haklı Aziz Başkan. Lefter-Basri-Oğuz-Alex diyen ben bile, dün orada Alex tezahüratı yapılmasının yanlış olduğunu düşünüyorum. Alex maalesef bu şampiyonlukta aramızda değildi. Ne yazık ki, bu şampiyonlukta payı yoktu. 10'nun ismini, o gün bağırmak, şampiyonluğu kazandıran bu oyunculara haksızlık yapmak demekti.

Evet ifadeler belki sert ama, 3 Temmuz'dan beri, Fenerbahçe için herşeyini kaybetmeye çok yaklaşmış bir adamın, futbolcularına sahip çıkmasıydı dün yaşanan.

15 Nisan 2014 Salı

-Paralel Galatasaray-


Sevgili dostum Kadir ile, spor iletişim zamanından beri dostluğumuz var. Bu yazıyı kendisine twitter üzerinden laf yetiştirmenin ve harf kısıtlamaları yüzünden, uzun uzun derdimi anlatmak için yazıyorum. Sizler içinde güzel bir kaynak olacaktır.

Son yıllarda değil, özellikle Fethullah Gülen cemaati ve Galatasaray kulübünün dirsek teması, çok ama çok eskilere, Fethullah Gülen ABD yöresine yerleşmeden öncesine dayanır. Henüz Türkiye'de yaşadığı dönemlerde, Galatasaray maçlarına gittiği, o zaman ki başkanlarla da arasının iyi olduğu su götürmez bir gerçek. Bakın mesela üstteki resimde, Adnan Polat ile Fethullah Gülen'in katıldıkları bir spor programından görüntüdür mesela. Bunun gibi pek çok örneği de bulabilirsiniz google amcadan faydalanarak.

Uzun yıllar Galatasaray kaptanlığını yapmış, daha sonra Akp'de milletvekili olarak görev yapmış, fakat Akp ve Cemaat kavgası sonrası, istifa etmiş Hakan Şükür gibi pek çok oyuncusu da olmuştur Galatasaray'ın. Hatırlayın, 1997 dönemi ve sonrasında Hakan Şükür gol attığı zaman baş parmağı ile kutlardı gol sevinçlerini.

Takım içi konulara girmek istemiyorum fakat, Kadir gibi mesela, hala bazı gerçekleri görmeyen arkadaşlar olduğu için, en belirgin noktaları saymak istiyorum sizlere.

- Ünal Aysal, Akp - cemaat kavgası başlamadan önce, sürekli olarak Akp yanlısı açıklamalar yapardı hatırlayın. Başbakan ıslıklandığı zaman ki açıklamaları bunlara en güzel örnektir. Tabi ki iş hayatı bile çetrefilli ve karanlık olan Aysal'ın, bu açıklamaları Riva'da satın aldığı arsalar da olabilirdi. Gs'ın Riva arazilerinin imarını çıkartıp, 4-5 katı bedelle satmak istemesi, çoğu Gs yöneticisi ve Aysal'ın Riva'da çok büyük arazilerinin olduğu bilinen bir gerçek. Ama bunun altında başka sebepler de var.

-Aysal kimdir? Aysal, Türkiye'de Koç Holding bünyesinde ki bir muhasebeci iken, başka bir firmada adı hayali ihracat araştırmalarına konu olunca soluğu Belçika'da almış, akabinde -nasıl olduysa- Türkiye'nin ilk enerji işi ile ilgilenen iş adamı olmuştur. Tabi ki bu paraların kaynağı(!) bilinmiyor. Fakat bilinen şu ki, Fenerbahçe'de Ali Şen'in yaptığının mislini yaparak, Türkiye'ye en pahalı elektriği satan firmanın da ortaklarından birisi olmuştur Aysal.

-Dönelim Gezi olaylarına. Gezi olayları sırasında, henüz 2. gün, gezi'den çekilen ilk takım taraftarı Ultraslan olmuştur. Tek bir talimat ile, açıklama yaparak Gezi'den çekilmiştir bu grup. Peki bunun nedeni neydi? Fenerbahçe ve Beşiktaş başkanlarının BB'den çektikleri bu dönem yüzünden oldu mesela. Biliyorsunuz E-Bilet denen bir uygulamaya geçildi. Buna en çok kızanlar kim? Taraftar grupları. Neden? Artık bedava bilet alamayacaklar çünkü. Peki federasyon binasına, bugüne kadar yürümeyen(!) hangi taraftar grubu çıkarma yaptı? Şimdi talimatın gelmesi, Ultra'nın geziden çekilmesi, e-bilet uygulaması sonrası ilk çıkarma... Anlamışsınızdır artık...

-Islıklanma mevzusuna dönelim. Ne dedi Aysal? "Gereği yapılacak", "20 Milyon GS taraftarı AKP'ye oy verdi" gibi açıklamalar yapmıştı. Bu kısmı da zaten ufak zeka kırıntıları olan insanlar anlamıştır.

-Türkçe olimpiyatları meselesi... Gs bu org. ne kadar ücret aldı? Yoksa, "bir" koca sezon boyunca TT Arena'nın çimlerinin bozulmasına sebep olan bu org. yüzünden milyonlarca euro harcamak zorunda kaldı GS. Zarar karşılandı mı?

-Devam ediyoruz, Lütfi Arıboğan meselesi. Bugüne kadar cemaatin verdiği bütün yemeklere, organizasyonlara katılan ilk isim kim? Lütfi Arıboğan. Fenerbahçe şike suçlamaları sonrası, daha davası görülmeden, UEFA ile görüşmelere başlayıp, şu kadar ceza verin diyen kim? Peki, cemaatin, paralel yapı olarak adlandırılan örgüt vasıtası ile, devlet kurumlarına saldırdığı her davada, savcı kim? Zekeriya Öz. Peki şike operasyonu öncesi, apar topar GS üyesi yapılan kim? Zekeriya Öz. Yine TFF içinde Lütfü ile birlikte cemaatin adamı olan diğer iki kişi nerede? GS yönetimi içerisinde...

-Durmak yok, yola devam. 17 aralık sonrası açılan akp - cemaat arasında kalan Gs tercihini hangi yönde kullanacaktı? Bugüne kadar toplumsal olaylara ses çıkarmayan Gs, neden twitter'ın kapanması sonrası, ilk icraat olarak, sahaya twitter adresleri yazılı t-shirt ile çıktı? Cemaatin 17 aralık sürecini Twitter üzerinden yönettiğini, tapeleri twitter üzerinden yayınladıklarını sağır sultan biliyor. Neden?

-Bitti mi? Bugüne kadar Anıtkabir'e gitmemiş Ünal Aysal'ın, son günlerde paralel yakıştırmaları sonrası ilk işi ne oldu? Atatürk büstü önünde poz vermek...

Daha bunun gibi yüzlerce detay var. Yazmaktan yoruldum inanın...

Ama şunu da bilmek gerekiyor. 3 Temmuz operasyonu, kabul etseniz de, etmeseniz de cemaatin kurguladığı bir operasyondur. Bu operasyonun baş aktörlerinden birisi BB'nin en yakınlarından olan ve hakkı yenildiği sanrısı beyinlerine kazınan Trabzon taraftarları ve tabi ki, Hacıosmanoğlu, diğeri ise GS'dır. En sert açıklamaları yapan, her konuyu manipüle eden yine Gs'dır. UEFA'ya mail organizasyonu düzenleyen 2 kulüp var bu konuda. TS ve GS. Bunlar tesadüf mü?

Kadir'de hala diyor ki, Fb paralel. Yapma Kadir, din kardeşiyiz bir kere.

Hepsini geçtim, bak 34. dakika FB tribünleri ne diye inliyor, "ALİ İSMAİL KORKMAZ, FENERBAHÇE YIKILMAZ." "MUSTAFA KEMAL'İN ASKERLERİYİZ."

Hala biz Akp yandaşı, hala biz paraleliz.

Evet Kadir kardeşim, biz size göre baya bir paraleliz ;)

Ha unutmadan, geçen sormuştun, "siz kendinizi cumhuriyetin son kalesi mi sanıyorsun?" diye.

Son olmasa bile, son 4-5 kalesinden birisi biziz be Kadir. Keşke siz ve sizin kulüpte, bizim bu savaşımızda bizimle aynı safta yer alsaydınız.

Adetullahtandır, ALİ İSMAİL KORKMAZ, FENERBAHÇE YIKILMAZ.

Birde, şu resim sana gelsin Kadir. Belki bazı şeyleri sana anlatmaya tek bir kare yeter :)

3 Nisan 2014 Perşembe

Yerel Seçim ve Sonrası


Öyle bir "YEREL" seçim yaşadık ki, evlere şenlik.

Öyle bir "YEREL" seçim yaşadık ki, genel seçim havasında.

Öyle bir "YEREL" seçim yaşadık ki, tarihte eşi benzeri yok.


17 Aralık tarihinden önce başladı aslında partilerin yırtınmaları. Normal şartlar altında, hukuk ve demokrasinin "GERÇEKTEN" uygulandığı bir ülkede, başbakan ve bakanlar kurulunun 20 defa istifa etmesi ve yüce divanda yargılanırdı. CHP'nin seçim stratejisini oluşturdu aslında bu tape ve yolsuzluk iddiaları. Artık ne zaman karara bağlanır bilmiyorum ama, tapelere göre suçlu olan hemen hemen herkes şuan özgür bir şekilde ticari faaliyetlerine devam ediyor. Bu tarihlerde yeni lobiler çıkmaya başladı. Robot lobisine kadar gitti bu furya. Ardından CHP mitingleri başladı. Kılıçdaroğlu "GENEL" seçimlerde yapması gereken konuşmaları "YEREL" seçim mitinglerinde yapmaya başladı. Yahu tamam, bunlara değin ama biraz da "şunu bunu yapacağız" diye konuş. Dilinde sürekli tapeler. Her şehirde aynı konuşmalar. Olmaz, kabul edilemez. Her şehrin kendi dinamikleri vardır. Sen İstanbul'da yaptığın konuşmanın aynısını Niğde'de yaparsan, 3. parti olarak kalırsın elbette. Niğde'de ki insan, tapelerle ilgilenmez. Varsa tarım ve hayvancılıkla ilgili bir yolsuzluk, onu anlat. Çünkü Niğde'nin %60'ı çiftçi veya hayvancı. Adam Bilal'in cebe indirdiği paralar ile ilgilenmez. Sen taşradan bu kadar uzak kalırsan, sadece elitist bir şekilde miting konuşması yaparsan, %30 üzerine çıkman hayal olur.

Yakılan oylar ve diğer katekulleler için yazılıp çizilecek pek bir lakırdı yok. Bu namussuzluğu savunan adamlar ile ilgili, hakaret içeren 12 cilt ansiklopedi bile yazarım. Yahu "her seçimde" olur ne demek? Olabilir mi? Olması normal karşılanabilir mi? Yahu senin iraden çalınıyor, karalanıyor, sen "her seçimde olabilecek şeyler" diyorsun bu konu ile alakalı. Ne demek ulan bu? Bunu sağlıklı düşünebilen bir insan, nasıl olur da bunu savunabilir? Üstüne gitmen lazım arkadaş. Bağırman, çağırman lazım. Sen ise bunu savunuyor, savunmayanlar ise "her seçimde olabilir bunlar, normaldir" diyebiliyor.

Öyle bir seçim yaşadık ki, MHP'nin kazandığı seçimlerde, AKP itiraz ediyor, kazanan kim biliyor musunuz? İtiraz sonucu CHP kazanıyor. Bu kadar saçmalık olabilir mi?

Peki CHP'nin hataları neydi? Madde madde sıralayalım.

1- Akp kitlesi, başbakan ne diyorsa, kabul eder. Bu 2+2=4 kadar kesin bir konu. Başbakan çıkıp Zonguldak'ta "Twitter'ın kökünü kazıyoruz" diyor, Zonguldak'ta Twitter kullananlar o mitingde mi? Hayır. Bu cümleyi bu şekilde yorumlarsanız hata yaparsınız. Ne diyor başbakan, "bize bir komplo kuruldu, bunu da twitter üzerinden yayıyorlar, paralel yapı bu işin arkasında, biz bu Twitter'ın kökünü kazıyacağız" diyor. Konuyu bağlıyor. Bizim Kemal Kılıçdaroğlu ne yapıyor? Özgürlüklerden bahsediyor (doğru aslında), twitter yasaklarına karşıyız diyor. Sen bunu bu şekilde anlatırsan, Niğde'li, Twitter'dan anlamayan bir çiftçi ağabeyimiz, sana oy verir mi?

Şöyle anlatsana;

"Bak bunun tapeleri çıktı, Twitter üzerinden paylaşılıyor. Bu ne yapıyor? Sizler bu tapeleri duymayın diye, siteyi yasaklıyor. Hani montajdı?" diye konuş, o adam işin içindeki hinliği anlasın. Hitabet sanatında benim en sevdiğim şey, "ne anlatırsan anlat, bir aptala anlatırmış gibi, sade ve yalın olarak anlat". Bunun üzerinden gitmezsen, AKP %50 bile alır.

2- Kılıçdaroğlu gerçekten kalabalığa hitap etmeyi bilmiyor. Bununla alakalı olarak özel dersler almalı. Beden dilini kullanmayı, gerekirse şan dersleri alıp, sesini kullanmayı öğrenmesi lazım. Mesela sesi kısılan başbakan bile daha etkili konuşuyordu KK'dan.

3- CHP'nin örgütlenmesi. Bu kadar kötü bir örgütlenme nasıl olur, ben anlam vermiyorum. Üniversite okuyan gençlerin büyük bir çoğunluğu senin yandaşın. Bunun sosyoekonomik nedenlerini buradan yazmayacağım elbette ama, bunları kullansana? Yine atanamayan öğretmenler. Bunları kullansana sandık başlarında. Seçim bitmiş, aradan 24 saat geçmiş, CHP örgütlenmesi, Twitter üzerinden imzalı tutanak arıyor. Olur mu? Benim "gönüllü" olarak gittiğim (OY ve ÖTESİ ile birlikte) sandıkta, sadece 2 tane AKP'li, bina içerisinde 10'a yakın AKP müşahiti ve 1 adet stajer avukat vardı. Türkiye genelinde avukat olmasa bile bu şekilde örgütlenmişti. CHP mesela, gönüllü olarak kendilerinin adına çalışan arkadaşlara, 1 sandviç ekmeği içine konulmuş içi geçmiş kaşar peyniri koyduğu, 18 saat ayakta duracak adamın ihtiyacı olan proteinin yarısını bile karşılamayacak kumanya gönderirken, AKP ise, bildiğin kavurma ekmek yollamıştı. Bunun bile gün sonunda nasıl etkisi olduğunu anlamanız için yaşamanız gerekiyor. Saat akşam 10 suları biz bayılmak üzereyken, sandık sandık koşturan AKP müşahitleri vardı.

İşin kaba taslak özeti bu. Şimdi önümüzde bir Cumhurbaşkanlığı seçimi olacak. CHP-MHP işbirliği olmaz ise başbakan AKP'nin istediği olur yine. Peki genel seçimler için ne yapmak gerek? Artık CHP'nin gerçekten halka, pek yüzüne bakmadığı taşraya inmesi, oralarda örgütlenmesi gerekiyor. Ve seçim sırasında örgütlenmesini ona göre yapması gerekiyor.

Ayrıca, mutlaka ama mutlaka, KK'nin birçok kişisel gelişim dersi alması gerekiyor.

Hem de çok ama çok acil.

17 Ocak 2014 Cuma

Gezi Parkı Direnişi Sonuçsuz Kalmıştır!


Artık sıkıldık bunları yazmaktan, çizmekten. Türk halkının neden bu hallere geldiğini anlatmaktan yorulduk. Ne değişiyor peki? Ne fark ediyor hayatlarımızda? Mesela "Gezi Parkı Direnişi" sizce topluma gerekli mesajları vermiş midir? Aylardır bunun analizini yapıyor herkes. Bu konu konuşuluyor, Fransız devrimine benzetiliyor direniş. Aslında en ufak bir değişim yok toplumda. Analistler yanılıyor. Nereden mi biliyoruz?

Gezi süreci aslında detaylı olarak anlatılması gereken bir süreç fakat, kısaca anlatmak istediğimiz zaman, "milletin uyanması" veya "haksızlıklara karşı direneceğimizin" göstergesi diyorduk. Nitekim başlangıç buydu. Bizler, "apolitik nesli uyandırdılar, artık onlarda politik" derken, bugün HSYK'nın kararları aslında bizlerin yanıldığını, başbakanın haklı çıktığının göstergesi oldu. Neden mi? Başbakan bu süreç unutulur diyerek istifa etmedi. Hatta dalga bile geçti bizlerle. Çapulcu dedi, marjinal dedi, herşeyi dedi, ama haklı çıktı. Evet ne yazık ki bunu söylemek zorunda kaldım bugün. Başbakan gezi sürecini çok güzel bir şekilde analiz etmiş ve ettirmiş. Biliyordu aslında, ideolojik bir direniş değildi bu. Yani Kurtuluş Savaşında olduğu gibi, özgürlükler için, haklının yanında olmak için değildi bu uyanış. Ellerinden bir takım hakları alınmış genç neslin, tepkisiydi. Haklı tepkisiydi üstelik. Fakat bu geçiciydi. Yine gazı alınmış olacaktı milletin. Nasıl olsa, haklının yanında olma mücadelesi değildi bu.

Bu HSYK, mesai bitişine 1 saat kala kararını açıkladı. İtiraz edilemesin, 2 gün boyunca bu konuşulsun, diğer davalar soğusun, üstelik kurulmuş birlik beraberlik, yine dağılsın istedi. Çünkü 2 yıldır aynı şeyi söylüyoruz. Özel Yetkili Mahkemeler, katildir. HSYK ise bu katili aklamak için vardır diye. Başbakan önce kendi idaresi altındaki bu düzeni yürütmek için hak veriyordu fakat, bugün gördü ki, bu tarz yapılanmalar bumerang gibidir. Hanefi Avcı bunu yıllar önce yazdığı için, Ergenekon suçlusu olarak hapiste değil mi? Şimdi Hanefi Avcı'nın söylediklerinin aynısını Başbakan söylüyor, neden içeride değil?

Yazının asıl temasına geri dönersek, bu kararın verilmesi, Gezi sürecinde birleşen kutupları birbirinden ayırmak için en güzel ortamı yarattı. Gezi'de karşı durduğumuz bütün o yapının kararına, sevinen insanlar var bugün. Çoğuda dediğimiz gibi, aslında olayın farkında bile değil. Biz bu süreçleri çok yaşadık. Birleştiğimiz güce karşı, bizi çok rahat ayırdılar birbirimizden. Artık bu işin mühendisliğini çözmüşler, çünkü biz dansöz gibiyiz, ve sadece kendi çıkarlarımız doğrultusunda hareket ediyoruz toplum olarak. Bizi ayırmak bu yüzden bu kadar kolay.

Tersi olsaydı?

Bugün Fenerbahçe'nin HSYK kararına karşı, bütün toplumun haklının yanında olduğunu düşünsenize. Baştan sona kurmaca olan bu davada haklı tarafta yer aldığını herkesin düşünebiliyor musunuz? Nasıl bir mesaj olarak bunlara döneceğine?

"Bunlar gerçekten uyanmış bu sefer" diyeceklerdi.
"Türkler birbirine kenetlenmiş, haklının yanında duruyorlar artık" diyeceklerdi.
"Kömürle bu adamların oyunu alamayız artık" diyeceklerdi.

Ama yine toplum mühendisleri başarılı oldu. Kömür değilde, kendi egosu için, haksızın yanına geçti yine toplumun bir kısmı. Egoları daha kuvvetli yanları oldu. 2 dakika gülüp eğlenmek için, yine sistemin devamına izin verdi. Yine aynı süreçten geçtik işte. Aynı senaryonun, aynı filmin, kaçıncı tekrarı, bilemem ama, yine oturup ağzı açık izledi insanlar.

Artık benim ümidim ve gücüm tükendi. Daha bizden, gerçekten birlik olmaz.

Geçmiş olsun Türkiye, yine sen kaybettin.