28 Aralık 2011 Çarşamba

Uçamayan Hollandalı



Adamı, bu beyefendiyi sizlere anlatmak tabi ki harcım değil benim. Fakat geçtiğimiz günlerde bir arkadaşımla otururken bahsi açıldı reisin. Biliyorsunuz lakabı "uçamayan hollandalı". Bizim arkadaş bu lakabın neden takıldığını bilmiyormuş. Hatta ben anlatana kadar "kafa toplarında çok etkili olamadığı için herhıld" diye düşünüyormuş. Evet, tahmin ettiğiniz gibi kendisiyle görüşmeyi bıraktım. Ama olur ya hani, varsa bu insan evladından başka lakabını nereden aldığını Bergkamp abinin öğrenin istedim.

Neden Uçamayan Hollandalı? Efendim abimiz tıpkı Fidel Castro gibi aerofobi, yani "uçak korkusundan" mustarip. 1994 yılında Amerika'da düzenlenen Dünya Kupasına giderken başlıyor bu korkusu. Bunun hakkında iki söylenti var; ilki bir gazetecinin "uçakta bomba var" demesi, ikincisi ise havadayken uçağın bir motorunun arıza yapmış olması. Daha sonra bu olay onu Amerika'dan dönüşte daha da büyük bir kabusun içerisine sürüklüyor. Internazionale forması giyerken maçlara uçakla gittiğini, bu durumun kafasında sürekli bir problem olarak kaldığını ve maçlara konsantre olamadığını söylemiş bir röportajında. Maç içerisinde oyundan çok, geri dönüş yolculuğunu düşündüğünü anlatmış.

Avrupa'da oynanacak maçlardan 1-2 gün önce babası ile arabaya atlar ve maçın oynanacağı şehre gidermiş. Tren yolculuklarına da karşı çıksa da, genelde deplasman maçları için demiryolunu kullanmak zorunda kalıyormuş. Kariyeri boyunca çok fazla maç kaçırmış olmasına rağmen, uçak yerine araba kullanmanın oyununu geliştirdiğini düşünüyormuş. Maçı diğer oyunculardan daha fazla düşünme şansı yakalıyormuş bu yolculuklarda.

1949 yılında Torino, 1958 yılında ise Manchester United takımlarının geçirdiği trajik kazalar belki onun bu korkusunu körüklemiştir elbette.

Neyse işte, bu durumu yüzünden kendisine takılan tek lakap "uçmayan" yada "uçamayan" Hollandalı değil. Pek bilinmese de paparazziler kendisine "arabayla giden Bergkamp" diyormuş.

21 Aralık 2011 Çarşamba

Sanırım, evet.


















Hans Jochem Bakker



Alman ressam bir abimiz bu Hans Jochem Bakker. Kendisi 1948 doğumlu. Genellikle yaptığı kadın resimleriyle tanınıyor. Çalışmalarından bazıları şöyle;









Devamı ve daha fazlası için; http://www.hansjochem.com/

11 Aralık 2011 Pazar

Yine Bir "Şike" Yazısı



Şu gördüğünüz resim, savcı Mehmet Berk beyin eline geçse, sanırım şike delili olarak işlem görebilir. Çünkü baktığımız her resimde yada video kaydında, aşağı yukarı aynı şeyleri görüyoruz. Siyah bir poşet, bir menajer ve bir futbolcu. Çantanın içinde ne olduğu ise sayın savcımızın tahminlerinden ibaret. Kendisi bir kere bile suç üstü yapıp çantanın içerisinde bulunanlara bakma gereği görmemiş.

Yapmadık mı şike? Belki yaptık bilmiyorum, ama bunlar değil bence delilleri. Ben bir gümrük muayene memurunun oğluyum, az çok bilirim bu kaçak mal ihbarı geldiğinde neler olduğunu. Şimdi bir tır dolusu eroin geliyor diyelim, bundan polisin haberi var. Yapılacak şey tırı yakalamak, tutanak tutmak. Sonrasında tır kimin, hangi firma adına çalışıyor, tırcı kimlerle konuşmuş falan filan şeklinde işlemler olur. Tırcı malı teslim ettikten sonra, mal sokağa dağıldıktan, malı satanlar parasını kazandıktan sonra olmaz. Çünkü illegal bir durum ve bundan insanlar zarar görüyor. Suç varsa ve delilleri varsa, o an suç üstü yaparsın ve madur olabilecek insanları korumuş olursun. Yani o eroinin çoluk çocuğun eline geçmeden önce.

Benim en çok kafamı kurcalayan olay bu zaten bu soruşturmada. Bir kere bile olsun, yahu bir kere bile olsun paranın el değiştirirken suç üstü yapılmaz mı? Hani o siyah renkli, sarı çizgili poşet var ortalıkta dolaşan, yahu takipteki bir polis bir kere bakmaz mı içinde ne var? Hadi o tamam, peki bu paranın Fenerbahçe'li bir yönetici tarafından aracıya, aracı tarafından da şike yapacak oyuncuya giderken görüntüsü var mı? Hep gördüğümüz görüntü şu, biri bir ofise gidiyor, sonra eli boş çıkıyor. Yer Kadıköy McDonalds'ın üstü bu arada. Sonra o adamlar biraz aşağıda, Kadıköy'ü bilenler için söylüyorum, bahariyenin başındaki otobüs duraklarının oradan bir arabaya biniyor. Sonra bu adamlar nereye gidiyor, nerede duruyor veya bu poşeti nereden alıp, kime nasıl götürüyor, bunların görüntüleri yok. Sanki bir montaj harikası yaratmaya çalışıyor birileri. Bak mesela ilk bu tutuklamalar olduğu gün yapılan video görüntülerine. Olgun Peker'in evinden silah çıkıyor, arından evinden alınan bir Aziz Yıldırım görüntüsü.

Sanki birileri bu görüntüyü hafızamıza işlemeye çalışıyor. Sonra medyanın yaptığı nedir? Hemen suçlu bulması ve ona göre yayın yapması. Mesela daha dava görülmeden adamlar "şike parası poşetle taşındı" diye haber yapıyor. Sevgili RTÜK ne yapıyorsun sen babacım demiyor bu adamlara. Ulan o poşetin içinde para yoksa, ne bok yiyeceksin?

İbrahim Akın'ın avukatı diyor ki, "savcı müvekkilimi tehdit ederek o ifadeyi aldı" diyor. Eski avukatı da bu olaya şahit gösteriyor. Sonra başka birisi ifade verirken savcı "bak gizli tanık böyle böyle dedi, itiraf et" dedi diyor. Hangisi doğru bilemem elbette, ama aynı savcının baktığı Ergenekon davasında olanları az çok biliyorsunuz işte. Sanki aynı şeyler yapılmak isteniyor.

Bokun üzerine konan sineğin, gelip ekmeğinize konması durumu işte. Mide bulandırıyor adli süreç. İnanın varsa bir suçumuz çekmeye razıyım, ama şu adli süreç beni hakikaten üzüyor. Hatta küme düşürülme durumundan bile daha çok üzüyor. Birisi çıkıp diyor ki içeriden, "o harcamaların kayıtları var" diğeri diyor ki dışarıdan "o para şike parasıydı".

Hakikaten yoruldum artık ben bu süreçten. Sevgililer gününde mahkeme yapılacak falan, Allah'tan o süreçte askerde olacağım. Yoksa insana kafa hoplatır. Futbolcuların durumu zaten farklı. Onlar oynadıkları maça nasıl konsantre oluyor, o bile başlı başına bir dyazı konusu.

7 Aralık 2011 Çarşamba

Dikkat Bozukluğu!



Aklınıza gelebilecek bütün düşünürleri, bilim insanlarını, hatta sanatçıları ve efsane futbolcuları bir odaya toplayalım. Sonra kadrosunda Serdar Kesimal ve Orhan Şam bulunmasına rağmen gidip Bilica'yı oynatmanın mantığını soralım onlara. Hiçbiri çözemeyeceği için büyük ihtimalle 3. Dünya Savaşını başlatacak bir tartışma çıkarırız. O kadar mantıksız bir seçimdi Aykut Kocaman'ın yaptığı.

Bu adam neden bu kulüpte, neden halen bizim ekmeğimizden yiyor onu anlamak için bile Ağrı dağının tepesinde 20 yıl boyunca yemeden, içmeden düşünmek lazım. Hem yabancı kontenjanını boşuna dolduruyor, hemde en kritik maçlarda o kadar saçma şeyler yapıyor ki. Hayır Serdar madem kadroya girecek kadar sağlıklı, neden bu maç riske edilmez?

Kaldı ki bugün o hataları Serdar yapsa, hangimiz üzülürdük?

Şimdi bu insanı oynatmak için, geçen haftanın kahramanı Stoch'u bile ilk 11'den çıkarmayı göze aldın diyelim. Peki Bienvenu'nun neden sağ açık oynadığını bana açıklayacak bir insan var mı? Neden Fenerbahçe'nin Galatasaray karşısına bu kadar çekingen çıkmasının mantığını? Sadece bir Bilica tercihi sana geri dönülmez hatalar yaptırdı Aykut Kocaman. Bunu dikkat bozukluğuna yoruyorum ben.

Ya Orhan'ı oynatsan, sağ açıkta Dia veya Stoch için boşluk yaratacaksın. Selçuk yerine Semih ile başlasan, bu kadar öne çıkamayacak Galatasaray. Futbolun en basit olayı değil midir bu? Hücum yapamayan adama karşı bütün riskleri almak? O kadroda Semih ve Stoch olsa, ilk yarım saat öyle bir baskı yapabilecek miydi Galatasaray sana? Evet Aykut hoca, bu yenilginin tek sorumlusu sensin. Bilica'nın o hataları yapacağını bile bile oynattın o adamı.

Sakinleşmeye çalışıyorum ama yok arkadaş. Şimdi ilk yarı böyle bitti ya, devre arasında Orhan - Bilica, Stoch - Selçuk değişikliği yapar, durumu toplar diyordum kendi kendime. Kimler çıktı oyundan? 45 dakika boyunca ayakta kalmayı başarabilen tek futbolcumuz Emre. Yerine Semih girdi. Orta sahada Melo - Emre - Selçuk üçlüsünün karşısına Selçuk ve Christian ile kaldık. Şu bile bir antrenörün kovulma sebebi bence. FM'de bile yapsan şu hatayı, direk kovulursun, o kadar diyorum. Neyse bu değişikliklerden sonra Caner sağ açığa, Stoch sola, Semih ileriye geçti. Haliyle biraz kıpırdandı takım ama, Christian ve Selçuk ne oyun kurabildi, ne ileride takıma destek verdi. Her insanın tahmin edeceği gibi en fazla 10 dakika sürdü bu gaz. Ondan sonra takım orta sahadan hava kaçırmaya başladı. Şimdi eline yüzüne bulaştırdığın bu rezaleti nasıl düzeltebilirsin? Ziegler'in yerine Dia'yı alır, Caner'i sol beke kaydırır en azından kanat hücumları denersin. Aykut Kocaman ne yaptı? Caner'i çıkardı, ve Özer'i aldı oyuna. Sonuç? Sadece 1 kere top geldi adamın ayağına.

Şimdi bundan çıkartılacak bir derste yok ki, onu çıkartalım. Baştan aşağı Aykut Kocaman'ın yanlış kadro ve taktik seçimleri yüzünden kaybedilmiş bir maç. Ha dersen ki Bilica'nın oynamayacağı falan derslerini çıkarırsın, biz onlara çalışalı çok oldu güzelim diye cevaplarım.

2 gol yedi bugün takım, sadece Bilica yüzünden. Şimdi onu oynattığın için sen suçlu değil misin? Basın toplantısında Bilica'yı mı eleştireceksin? Peki Emre'yi çıkarmanın mantığını nasıl açıklayacaksın? Yıllardır yanındaki adama pas atamayan Selçuk'u, Galatasaray maçlarında gol attığı için tutmadın mı oyunda? Senin umudun olan Selçuk golü için, ben olmasın diye dua ediyordum. Çünkü adamın attığı her gol 1 senelik mukavele olarak geri dönüyor. Kaybetmemizden alınacak tek önemli olay, Selçuk'un gol atmamış olması.

Son olarak, bu Dia ve Stoch ile alıp veremediğin nedir bilmiyorum Aykut hoca ama, bir an önce çözmezsen birileri sana artık dur diyecektir. Benden sana söylemesi.

25 Kasım 2011 Cuma

Robert Petway



Jimi Hendrix, Muddy Waters, John Lee Hooker gibi isimlerin tarzlarını etkilemiş, ama kendisi hakkında çok az şey bilinen blues sanatçısı. Yine pek çok blues sanatçısı gibi Mississippi doğumlu abimiz. En yakın arkadaşı ve kendisi gibi blues sanatçısı olan Tommy McClennan'ın belirttiğine göre 1908 doğumlu.

Kariyeri daha çok yol üstündeki barlarda, partilerde, düğünlerde çalmak ile geçse de, 1941-1942 yılları arasında 16 şarkı kaydetmişliği var abimizin. En ünlü iki parçası, yine Waters'ın seslendirdiği "Catfish Blues" ve "Rollin' Stones".

Nerede öldüğü ve nasıl öldüğü bilinmiyor kendisinin. Fakat Tommy McClennan'ın yanına Chicago'ya geldiği ve Little Walter ile birlikte stüdyoda takıldığı, hatta şarkı bile kaydettikleri beraber söyleniyormuş zamanında. McClennan'ın alkol koması sonucu öldüğü düşünülürse, kendisi de böyle bir sonla karşılaşmış olabilir.

Aykut Kocaman



Dün akşam oynanan maçın berabere bitmesinin tek nedeniydi Aykut hoca. Berbat kadro seçimi, yanlış oyuncu değişiklikleri ve ardından gelen yine, yeni ve yeniden yapılmış yanlış saha içi değişiklikleri. Tamam Özer umut vaad eden bir oyuncuydu. Hatta Türkiye'nin yeni yıldızı, hiç olmamış Zidane'ımız olacaktı o bizim Ankaraspor'da oynarken. Hocası da yine Aykut Kocaman'dı. Sonra ağır sakatlıklar geçirdi sağ ayağından. Hala sanırım platin ile oynamaya çalışıyor ama olmuyor, top ezmekten ve kaybetmekten başka birşey yapmıyor saha içerisinde. Üstelik takıma verdiği zarar sadece top kaybı ile alakalı da değil. Mesela Gökhan ya onun yüzünden atağa katılmıyor, yada Özer onun kademesine girmediği için gol yiyor Fenerbahçe. Almeida'nın İnönü'de attığı gol gibi. Hani şu 50 metreden attığı bir gol vardı bu sene içerisinde, onun dışında bütün Fenerbahçe kariyeri boyunca faydalı bir iş yaptığını hatırlayan var mı? Hepsini geçtim, biz sırf Özer'i almak için vermedik mi Özgür Çek'i? Hangisi takımda olsa daha yararlı olurdu sizce?

Stoch neden kadro da değildi mesela? Yahu biz bu adamı alırken bütün büyük kulüplerin gözleri bu adamın üzerinde değil miydi? Ne kadar ilerleme kaydetti sizce? Geldiği günün üzerine ne koydu? Yazık oluyor kendisine. Bence hemen bir takımla anlaşmalı ve gitmeli. Yoksa hem mental, hemde oynamamanın verdiği fiziksel durumu onu bitirecek.

Son olarak, haftalardır Baroni standartlarına göre harika bir performans tutturmuş Baroni'ye neden kesik attın Aykut hoca? Yani sorarım sana ben bunu. Çünkü yabancı durumundan da bir sıkıntın yoktu. Şu kurduğun orta sahanın (Caner-Emre-Selçuk-Özer) mantığı nedir?

Aslında sende Uğur'u almanın ne kadar yanlış olduğunu gördün sonradan. Sezer ve Stoch zaten bu maçın anahtarı olacaktı. Bunu da söylemeden geçemeyeceğim, Semih eskisinden bile daha güçsüz. O kendisini "yıldız" kategorisine sokan sırtı dönük top tutabilme özelliği bile gitmiş artık. Bırak topu tutmayı, pasları bile kontrol edemiyor.

Kısacası Aykut hoca, umarım bugün yaptığın hataların farkına varırsın.

7 Ekim 2011 Cuma

Bize Yine Hüsran



Bu futbol için mi biz bu kadar para veriyoruz bu adama? Hayır yani madem öyle, verelim aynı parayı Fatih hocaya. Ama yok içimizden biri bu kadar para kazanırsa olmaz. Lan arkadaş, anlayamıyorum! Yani Sabri neden orta saha oynar anlayamıyorum. Kafam basmıyor arkadaş. Savunma için alıyorsun iyi güzel de hoca, adam pas yapamıyor. Bu işin sadece savunma tarafı yok ki. Anladık, 1 puan için çıkmışsın, karizma adamsın ama bilmiyorsun. Bu takım ne zaman 1 puan için çıksa sahaya ya dörtlük oluyor ya beşlik. Bir ayarımız yok bizim. Senin Turkish stayla dediğin olay, bizim için ya herro ya merro demek. Abicim alacaksın Mehmet Topuz'u orta sahaya hem pas yapacak hem koşacak adam. Forvete koyacaksın Cenk Tosun'u, hem çalım atacak hem gol. Atletico öyle bir yaramış ki Arda'ya, benim izlediğim en iyi topçuydu bu gece bizim adımıza. Tamam biraz bencil oynadı ama, açık konuşalım Sabri'ye pas atmasındansa, kendi kaptırması daha iyi oldu bizim adımıza. Biraz daha yardımlaşarak oynasa, eyvallah, tam kıvamında bir yıldız olacak Arda. 35 olmuş bir Aurelio, top yapamayan bir Sabri bunların arasında kalmış, oyun kurma görevi üstlenmiş bir Selçuk İnan. Ona da yazık abi. Hayır biraz top bizde kalsaydı maç boyunca, attığımız gol gibi 1-2 tane daha atabilirdik. Biraz top kaldığında ayağımızda, girdik abi pozisyona. Lan şimdi ağzımı bozacağım olmayacak.

Hakan Balta. Tamam güzel abicim, attın golünü. Ulan bir insan bir maç boyunca 2 defa mı çıkar atağa? Al abi riski, ne olacak? Rıdvan'ın kulaklığı çıkarıp gitmesi gibi olacak ama, gerisini sonra yazarım yoksa ağzımdan kötü şeyler çıkacak..

2 Ekim 2011 Pazar

Kan Beyne Nasıl Sıçrar?



Az önce Göksel Çoğalan'ın twitter hesabında doğalgaz ve elektrikten sonra yine, yeni ve yeniden dizele zam yapıldığını öğrendim. Bu ne lan? Çizgimden çıkartacaksınız beni yine. Arkadaş sanırım dünya adlı yuvarlak gezegen içinde yaşayan en kafasız toplum biz olabiliriz. Arkamızdan biri dürtüyor afedersin, bizim halk alkışlıyor adamı. Onlarda kabile toplantılarında birbirlerine bakıp "çok mu çok oluyoruz?" diye kahkaha ile gülüyordur. Bu mu lan iyi yönetim? Ya lan var ya bir şey diyeceğim ama...

Dış ilişkilerde süpermişiz. Ulan dallama, bütün komşularımızla savaşa gireceğiz neredeyse, banane Mısır halkı çok seviyorsa adamı? Libya'dan banane. Doğalgazın rezervi Azerbaycan'da, adamlarla aramızı düzeltmiyor, gidip Mısır falan geziyor adam. Sonra dönüyor ülkeye ona zam, buna zam, şuna zam. Oldu ebenin sol yanağı. Sonunda rahmetli Kemal Sunal'ın KDV Şaban filmindeki karakteri gibi olacağım hea. Aha bak şöyle;

NBA Ne Oluyor? Oran Buran Oynuyor!



Lokavt kararı 1 Temmuz günü alındı ve bu tarihten sonra iki sevmediğim kişilik Stern ve Fisher 2-3 defa buluştu ama aralarında ki sorunları bir türlü çözemedi. Sorun ne peki? Oyuncular gelirlerinden %7 oranında bir kayıp yaşayacak yeni sözleşme bu şekilde olursa. Oyuncular bunu istemiyor tabi ki. Eskiden bunların pek problem olmaması da oyuncuların bu kadar ön planda olmamasıydı. Şimdi misal LeBron'u ele alalım. Gerçi ele alınacak bir adam değil, yani ele sığmaz. Öhm neyse, LeBron zaten yılda Miami'den aldığı paranın daha fazlasını oynadığı reklam ve show programlarından fazlasıyla çıkartıyor. Mesela ben çok merak ediyorum "The Decision" isimli zırvadan ne kadar aldığını. Çoğu süperstar bu şekilde zaten. Yani Ray Allen falan gibi isimlerde bu şekilde daha fazla para kazanıyor. Show olayı olmasa da, onlarında reklamlarda oynaması falan gelirlerini katlıyor. Abromovic gibi isimler spor dünyasına girdikçe bunlar olmaya devam edecek.

Futboldan bir örnek verelim. Cümle cihan bildiği için Fenerbahçe'li olduğumu, örneği de kendi takımımdan vereyim bari. Şimdi Selçuk Şahin çok değerli bir futbolcu değil. Yedek statüsünde, normal bir rol oyuncusu. Bu oyuncunun alacağı maaş benim gözümde en fazla, yıllık 500-600 bin Türk Lirası. Sen kalkıp bu adama 1 milyon euro falan verirsen, Alex gibi takımın yıldızı da ben neden 2 milyona oynuyorum o zaman der. Bu sefer Alex'i elden kaçırmamak için ona 2,5 milyon verirsin. Bu şekilde devam eden süreç sonunda artık gelecek oyuncular bile kapıyı 1 milyon eurodan açmaya başlar. Bu sezon gördük bunun çok örneğini. Bir müddet sonra oyunculara ödeyeceğin maaş bütçenin üzerine çıkar, masraflar falan eklendikçe zarara girersin.

NBA'de ki lokavt olayının sebebi de temelde bu. Yani oyunculara artık über paralar verildiğinden, takımların bütçeleri zarar ediyor. NBA lig olarak kazandığı paranın %57'lik bir kısmını da oyunculara dağıtıyor. Yani kulüpler doğal olarak zarar ediyor. Oyuncular ise hayatlarından memnun. Nasıl olmasınlar lan? Öhm pardon. Takımlar hem salary cap, hemde bu NBA gelirlerinin düşürülmesini istiyorlar. Oyuncular istemediği için lokavt denen olay gerçekleşiyor.

Şimdi önümüzde iki senaryo kaldı. Birincisi NBA yönetimi ve takımları bu sezonu komple iptal edecek ve yeni sezon için çok çok büyük bir koz alacaklar ellerine. İkincisi oyuncular maaş takvimi başlayana kadar direnecek, ya takımlar yada oyuncular şartları kabul edecekler. İkinci ihtimal daha kuvvetli. Çünkü bu sezonun iptali demek hiçbir oyuncunun takımından parasını alamaması demek. Avrupa bir çözüm yolu gibi dursa da, çoğu oyuncu bunu tercih etmeyecektir. Çünkü Avrupa'da geçirecekleri bir sakatlık kontratlarında büyük sorunlar yaratacak. Alacakları garanti paralar falan hepsi uçup gidecek.

Bence ilk seçenek olsun. Çünkü takımlar arasında ki uçurum git gide büyüyor. Tamam Salary Cap olayı biraz dengede tutuyor ama el atından ve lüks vergisi ödeyerek yapılan harcamalar komple mahvetti ligi. Miami yakında Howard'ı falanda kadrosuna ekleyecek. En azından şu Salary cap olayına biraz denge getirebilirler bu sezonun iptali sonrası.

Türk Kahvesi



Yok arkadaş bir kafein bağımlısı olarak Türk kahvesinin yerine bir başka kahveyi koyamıyorum. Bir Türk kahvesi, birde şu 3'ü 1 arada muhabbeti. Gerçi onu da ekstra kremalı olanı ve sade olanı dışında içemiyorum. Neyse, Amerikalıların bir olayı var hani "sabahları kahvemi içmeden benimle konuşma" durumu, hah bende o çay içmeden benimle konuşma gibi bir şey oluyor. Bir önceki gece aşırı alkol alma durumu olmadıysa, çay içmediğim sabahlar etrafta Saruman gibi dolanıyorum çay içene kadar. Malum önümüzde askerlik var, vatan borcu falan. Zaten "kan alırlar Kamil, kan!" repliği askerlik konusu her açıldığında kafamda yankılanıyor, birde bu çay durumunu düşündükçe "sıçtım mavisini" görür gibi oluyorum. Bok varmış gibi birde bu sabahları Türk kahvesi içmeye başladım. Ulan yağuşuklu abilerim, güzel ablalarım inanılmaz bir keyifmiş. Şimdi kalkıyorum gece 4-5 gibi (evet uyku durumlarını ayarlamaya çalışıyorum tekrardan) uyanıyorum, sonra işte World of Warcraft'ta ki günlük görevleri yapıyorum, saat oluyor 6.30 falan, ablamı kaldırmadan önce bir Türk kahvesi yapıyorum kendime. 2 hafta falan oldu bu olay başlayalı. Bırakamıyorum birde. Bugün içmeyeyim dedim, ulan arkadaş bakı hakkında yazı bile yazmama sebep oldu. Birde üzerinize afiyet olsun, bol köpüklü yapıyorum mereti. Tarif isteyenler için geliyor; 2,5 çay kaşığı Türk kahvesi, 1 çay kaşığı toz şeker, 1 fincan içme suyu. Sonra karıştır bunu iyice, sonra koy kısık ateşe 3-4 dakika sonra kaynayınca al, fincana dök. Bütün olay bu lan. O kadar kolay ki, benim gibi üşengeç bir adam bile yapabiliyor. Hayır buna bile üşendiğim için var artık 3'ü 1 aradalar. Dur lan gidip yapayım ben olmayacak böyle..

25 Eylül 2011 Pazar

Basri Ağabey



Bundan yaklaşık 12-13 sene önce tanıdım Basri ağabeyi. Şahsen tanışmak mümkün olmasa da, Bener hocanın anlattıkları ile kafamda bir kahraman olmuştu. Sanırım vefat ettiği yıldı, o zamanlar çamur deryası olan Fenerbahçe Fikirtepe Tesislerinde soyunma odasın da resmi vardı Basri Ağabeyin. Bilmiyorum kim akıl etmişti. Belkide ölümünün ertesinde asılmıştı bu resmi. Ama benim yaş grubum için inanılmaz bir olaydı. Kafası sargılı, kanlar içinde bir futbolcunun resmini görüyorduk her soyunma odasına girişimizde. İçimizden kimse tanımıyordu haliyle. Hepsi 10-12 yaş grubu arasında değişen, futbol oynama isteği ile yanıp tutuşan çocuklardık. Nereden tanıyabilirdik ki 1965 yılında futbol hayatına nokta koyan birini? Merak ediyorduk kim olduğunu tabi ki. Hani devlet dairelerinde eskiden bir resmin altına beyaz kağıdın üzerine yapıştırılmış isimler olurdu. Basri ağabey hakkında bildiğimiz tek şeyde, resmi üzerine yapıştırılmış bu kağıttan öğrendiğimiz "Mehmetçik" lakabı ve adıydı.
Sonra bir arkadaş o sıralarda bizim yaş grubumuzu çalıştıran Bener hocaya sormuştu, kim olduğunu. İlk kez ondan dinledik Basri Dirimlili'yi. Tekmeye kafa sokuşunu, gözünün ne kadar kara olduğunu ilk o gün duyduk. Sonraları yaşı büyük amcalarımızdan.

Basri Dirimlili 1929 Bulgaristan Silistre doğumludur. O dönemlerde Bulgaristan'dan ailesi ile Eskişehir'e taşınmak zorunda kalmışlar. Futbola da ilk olarak bu ilde Eskişehir Demirspor forması altında başlamış.Fenerbahçe'ye ise 1951 yılında transfer olmuş. Daha sonrada alın teri ve kanıyla Fenerbahçe tarihine adını altın harflerle yazdırmayı başarmış. Evet gerçekten kanıyla yazdırmış. Çünkü şimdilerde çok sık kullanılan "tekmeye kafa sokma" deyimini, gerçekten yaparmış Basri Ağabey. Mehmetçik lakabını da bir maçta çenesi kırıldığı için almış. Namık Kemal'in "Vatan Yahut Silistre" isimli eserinde anlattığı askerler gibi savunurmuş kaleyi. Sakatlanmak falan pek umursadığı şeyler değilmiş. Sakatlansa dahi yerde şimdiki futbolcular gibi iki parende, bir takla atmaz, devam edermiş oynamaya. Çenesinin kırıldığı maçta dahi çıkıp devam etmiş oyuna. Onu canlı izleyenlerin anlattıklarına göre, onun görev yaptığı kanatta, sahaya yakın olanlar sürekli kemik sesleri duyarlarmış. Ruhu şad olsun, korkmazmış yani darbe almaktan. Öyle çok teknik bir oyuncu değilmiş ama son dakikaya kadar savaşırmış.

Şimdi gerçekten yok böyle futbolcular. Bir Lugano'muz vardı, onu da gönderdiler zorla. Topa ayak sokmaya bile çekinen orta sahalarla ve ne yaptığını bilmeden sahaya çıkan bir Bilica ile başlıyoruz maçlara. Merak ediyorum var mıdır acaba şu resmi Fenerbahçe soyunma odasında? Hani Gökay gibi genç oyuncularımız da görmüş müdür bu resmi?

Gelelim bu resme bakarak idmanlara çıkan bizlere. Hiçbirimiz futbolcu olamadık. O dönemden bir tek Mithat sanırım bir yerlerde top oynuyor. Sebebi ise Okocha. O attığı çalımlarla o dönemlerde bir tek onu örnek alıyorduk. Aklımızda ki tek şey kırmızı krampon almaktı. Bazen aklımıza Basri Ağabey geliyordu demek ki, o kadroda ki 4-5 kişinin bacakları veya ayakları kırıldı. Ama şunu öğrenmiştik hepimiz. Fenerbahçe ruhu denen şey Basri Ağabey gibi isimlerdi. Şimdi her Bilica'nın çubuklu formayı giydiğini gördüğümde korkunç bir hüzün kaplıyor içimi.

Allah rahmet eylesin Basri Dirimlili'ye. Umarım kızmıyordur ebedi uykusunda biz Fenerbahçe'lilere. İnşallah demiyordur "Benim giydiğim formayı, bunların giymesine nasıl izin veriyorsunuz!" diye.

26 Ağustos 2011 Cuma

Ne Güzel Bir Abimizden Sen Lugano...



İlk geldiği gün ki röportajını hatırlıyorum daha dün gibi. O gün anlamıştım nasıl bir adam olduğunu. "Rakip oyuncular lütfen benden forma istemesin" diyordu bu sarı savaşçı. "Neden?" diye sorulduğunda, "formam benim için kutsaldır, bu yüzden onu kimseye veremem" demişti. "Kimmiş la bu?" şeklinde ekrana bakarken, Lugano'nun hakeme itirazı sırasında açtığı gibi açmışım gözleri bu lafı duyunca. Sonrası işte bilinen hikaye. Servet Çetin'in Shevchenko'yu tutmaya çalıştığı o günlerden, Drogba'ya nefes aldırmayan savunma oyuncusu izletti adam bizlere. Gidip golde attı, savunmada rakibine tekmede. Tam Fenerbahçe taraftarının istediği oyuncuydu. Saha dışında tam bir beyefendi, saha içinde birisi "release the kraken" deyip Lugano'yu salmış gibi savaşan bir adam.

Transfer duyumlarını en doğru şekilde bildiren borsaya düşmüş gideceğin. Git bakalım, yolun açık olsun. Bize bir sebep daha çıkardın, ülke dışından bir takım tutmak için. Karşılıklı rakı içip, lakerda yerken dertleşmek kısmet olmasa da, güzel bir abimizden sen Lugano. Yolun açık olsun...

Sümko'lu Fener'liler söylüyor; Lugano Moreno ve Onun Kafa Golleri

25 Ağustos 2011 Perşembe

Obey!



Yazmayacağım Dedim Ama;






Bak güzel kardeşim, bende bilirim yaşadıklarını. Ondan sana kızmıyorum işte, kızamıyorum anlasana. Senin o en şaşalı günlerinde haset ile bakıyorduk sana ve takımına. Işıklı ayakkabısı olmayan çocuğun, olanın ayaklarına baktığı gibi bakıyorduk o kupaya. Ondan öncesi de var tabi. 4 sene şampiyonluk falan. Bundan dolayı anlıyorum şuanda içindeki nefreti. Oldu elbet benim içerimde de böyle bir dönem. Ama salya akıtarak saldırmadım sağa sola. Olmalı tabi ki böyle dönemler güzel kardeşim. Daha öncede yaşandı elbet, bundan sonrada yaşanacak. Ah benim kadim dostum, anlayacaksın. Göreceksin Hanya ve Konya'yı. Yeni ve ateşli, ama daha taraftarını susturamayan, hatta onlardan aldığı gaz ile açıklama yapan başkanınla sana mutluluklar. Ama diyorum ya Hanya ve Konya farklı yerler.

"Ama sen şimdi kırdın!" hep yankılanır bu söz kulaklarımda. "Senin yaptığın daha yeni" temalı bu cümle, hep kendi kusurunu saklamak amaçlı söylenmez mi? Şimdi güzel dostum, senin yaptığın aynı şey değil mi? "Vahiy geldi, 8,45'de şampiyonuz" (tövbe) diyen adamları alkışladığın günlerin temiz olduğuna inancın tam hemi? Bu işte senin kafa yapın güzel kardeşim. Sen hep olayın dışarısında kaldığında açmadın mı ağzını? Sana dokunan yokken konuşmadın mı en yüksek sesinle?

Neye inandın biliyor musun? Polisin bir adamın ifadesini almaya, evine gitmesine. Bununla kandırdılar seni. Ama dur hele topraaaam, pandora'nın kutusu henüz açık arttırmada. Elbet birileri istenen fiyatı verir de açar kutuyu. O zaman "bik bik bik sakldjasdkjas" falan yapasın bol bol.

Tanımazsınız bu yazının müsebbibi olan kişiyi. Bende tanımam. Ama inanabiliyor musunuz, var böyle adamlar! İçimizde yaşıyorlar üstelik biliyor musun? Şok!

24 Ağustos 2011 Çarşamba

Muddy Waters Hakkında;



Bir film izlersin, oradaki bir karakter çok etkiler hani seni. Mesela birini Iron Man etkiler, gider kendine kartondan Iron Man kostümü falan yapar, diğeri Örümcek Adam olur dağa taşa tırmanır falan. Bende ekşi sözlükten bir arkadaşımın tavsiyesi ile izlediğim "Cadillac Records" isimli filmden acayip etkilenmiş olsam gerek, bu adamın şarkılarını çok seviyorum güzel ablalarım, yağuşuklu abilerim. Bak şimdi adam ne diyor "Forty Days Forty Nights" isimli şarkısında;

Forty days and forty nights
since my baby left this town
sunshinin' all day long
but the rain keep comin' down


Daha da çok şey söylüyor şarkılarında. Adamın sesi alıp sizi kıvrandırıyor. Hem filmi izleyin, hemde bu abiyi dinleyin derim ben. Bütün olay bu işte. Bu yani, dinlemek.

"Futbola Küsmek"



Tanıdığım (ne tanıdığı bizzat kendim) fenerium poşeti ile dolaşmaktan korkar olmuş. Neden? Şike yapmakla suçlanmaktan korkuyormuş. Her Fenerium poşeti, şike delili sayılabilirmiş. Polisler suç üstü yapıp, poşetin içerisine bakıp delilleri bulmaktansa, "Fenerium Poşeti= Şike Parası" gibi bir denklem kurmuşlar kendi içlerinde.

Sırf bu yüzden küstüm lan bu futbola. Küstürdüler hacı abi. Ülkede düzgün olan bir şey olmadığı gibi, bir suç üstü bile yapılamıyor anasını satayım. Vay efendim neymiş, "polis bütün karışanları toplamak için böyle yapmışmış". Olur mu kardeş öyle? Sen eroin yüklenmiş tırı tespit edersin, teslimat noktasında resimleri çekersin, para ve eroin değiştirilirken adamlara kelepçeyi vurursun. Torbacıları da yakalamak için, malın sokağa düşmesini mi beklersin? "Bakalım başka hangi takımlar şike bik bik" diyorlar birde. Lan yapıyor işte bir takım, illa "10 maç şike yapsınlar, cezaları çoğalır Hahaha!" şeklinde mi yaklaşman lazım duruma? Nasıl bir operasyon lan bu? Tespit ettin bir maç, yakala evlat işte. Nedendir beklemen?

Şike yoksa da, varsa da umurumda değil artık. Zerre ilgimi çekmiyor hacı abi. Komedyenlerin sündürmek dediği bir durum var. Tutmuş bir espriyi sonuna kadar kullanırlar sahnede. Yeri gelirse aynı kelimeyi 2 defa üst üste kullanırlar hatta. Bunda amaç süreyi doldurmaktır. Misal Cem Yılmaz bu sündürme olayını yapmasa, gösterisi 2 saati bırak, 1 saat bile sürmez. Bu davada bu misal işte. Medyaya bir yem atılıyor, medya onu insanlara işliyor, sonra savcı "ah şekerim yok öyle bir şey" diye ortaya çıkıyor. Nasıl iş arkadaşım bu?

Dava kapanmak üzere, sen daha yeni yayın yasağı getiriyorsun. Adam elinde "classified" dediğin dosyaların fotokopileri ile geziyor, biri de demiyor ki aga bu nedir? Yahu biri izah etsin hele! Bir gazeteci nasıl alır bu gizli belgeleri? Lan birde canlı yayında çıkıp gösteriyor hergele. Savcılık normalde bunun suç olduğunu mu unuttu? Birader neyin peşindesiniz? Nasıl bir adalet sistemi lan bu? Biz 2 polisle kavga ettik diye kıytırık bir mevzudan 3 kere çıktık mahkemeye. Ortada milyarlarca dolarlık bir rant var, ülke bundan gelir sağlıyor falan, bütün bunları ilgilendiren bir davada ne hikmetse (!) bir yayın organının muhabiri elinde çok gizli dosyalar ile kanal kanal geziyor, kimsede bu adamı alıp sorgulamıyor "nereden buldun bunları?" diye. Bak hele sen! Bildiğin skandal abicim bu. Bu işe karışan savcı, hakim, polis falan varsa ağır ceza alması lazım normalde. Kimse bununla ilgilenmiyor ha! Varsa yoksa Aziz goygoyu işte.

Sonra diyorlar ki, sen fanatiksin. Güzel kardeşim, bunun fanatiklikle ne alakası var. Çok ağır küfürler ediyorum ben evde federasyona falan bizi düşürmedikleri için. Yeter ulan savcılık! Düşürün bizi, ne siz daha fazla uğraşın, ne biz daha fazla acı çekelim.

Haaa es geçmeden söyleyeyim güzel kardeşim; beni yaralayan Fenerbahçe'nin küme düşmesi falan değil. Beni yaralayan Basri Dirimlili'nin, Şehit Yüzbaşı Arif Bey'in, Lefter'in takımının adı şikeyle anılması. Daha sevmem ben bu oyunu. Bir babam, bir Fenerbahçe'nin altyapı hocalarından Barbaros, birde bu olayın mümessili kimse onlar küstürdü beni bu oyuna karşı. Daha da gelmem Davos'a.

Ama giderim Saraçoğlu'na. Nerede oynuyorsa Fenerbahçe, giderim arkadaş. Ben futbola küstüm, Fenerbahçe'ye değil. Gerekirse sahaya bakmam, o koridorlarda takılırım. Ama bırakmam takımımı yalnız. Tıkarım aga kulaklarımı diğer holiganlara. Şikeci desinler, o desinler, bu desinler, zerre umrum olmaz.

Not: Diyorum ya işte, böbreğini ve ciğerini organ mafyasına satsa, karşılığında 5 kuruş para alamayacak soysuzların Fenerbahçe ile dalga geçmesi üzüyor lan beni. Yani arkadaşlarım için demiyorum da, sözlükte olsun, twitter'da olsun var bu tipler.

Vira Bismillah


Çok afili cümleler kurarak başlamak istemiyorum ilk yazıma. Öyle kıssadan hisse tarzında anlatalım durumu. Abicim spor, sinema, yemek falan aklıma gelen ne varsa yazmayı planlıyorum. "Planlıyorum" dedim üzerine vurgu yaparak, dikkatini çekerim. Kafama eserse hiç yazmam lan. Keyfimin kahyası mısın? Şaka yapıyorum sevgili okur. Sözlük kalıplarının dışında saçmalamak istiyorum biraz. Spor ağırlıklı, hatta bundan böyle "Fenerbahçe" ağırlıklı bir blog olacak bu. Sinema olur, gece çıkılası yerler olur, "hangi bira daha güzel?" başlıklı bir yazı olur, artık o an ne yazmak istersem yani. Bir tanım içerisine oturtmak istemiyorum bazı şeyleri. Kah Lost isimli dizi hakkında, kah Dürüye'nin güğümleri hakkında yazacağım bir şeyler. Okuyun işte sizde.