25 Eylül 2011 Pazar
Basri Ağabey
Bundan yaklaşık 12-13 sene önce tanıdım Basri ağabeyi. Şahsen tanışmak mümkün olmasa da, Bener hocanın anlattıkları ile kafamda bir kahraman olmuştu. Sanırım vefat ettiği yıldı, o zamanlar çamur deryası olan Fenerbahçe Fikirtepe Tesislerinde soyunma odasın da resmi vardı Basri Ağabeyin. Bilmiyorum kim akıl etmişti. Belkide ölümünün ertesinde asılmıştı bu resmi. Ama benim yaş grubum için inanılmaz bir olaydı. Kafası sargılı, kanlar içinde bir futbolcunun resmini görüyorduk her soyunma odasına girişimizde. İçimizden kimse tanımıyordu haliyle. Hepsi 10-12 yaş grubu arasında değişen, futbol oynama isteği ile yanıp tutuşan çocuklardık. Nereden tanıyabilirdik ki 1965 yılında futbol hayatına nokta koyan birini? Merak ediyorduk kim olduğunu tabi ki. Hani devlet dairelerinde eskiden bir resmin altına beyaz kağıdın üzerine yapıştırılmış isimler olurdu. Basri ağabey hakkında bildiğimiz tek şeyde, resmi üzerine yapıştırılmış bu kağıttan öğrendiğimiz "Mehmetçik" lakabı ve adıydı.
Sonra bir arkadaş o sıralarda bizim yaş grubumuzu çalıştıran Bener hocaya sormuştu, kim olduğunu. İlk kez ondan dinledik Basri Dirimlili'yi. Tekmeye kafa sokuşunu, gözünün ne kadar kara olduğunu ilk o gün duyduk. Sonraları yaşı büyük amcalarımızdan.
Basri Dirimlili 1929 Bulgaristan Silistre doğumludur. O dönemlerde Bulgaristan'dan ailesi ile Eskişehir'e taşınmak zorunda kalmışlar. Futbola da ilk olarak bu ilde Eskişehir Demirspor forması altında başlamış.Fenerbahçe'ye ise 1951 yılında transfer olmuş. Daha sonrada alın teri ve kanıyla Fenerbahçe tarihine adını altın harflerle yazdırmayı başarmış. Evet gerçekten kanıyla yazdırmış. Çünkü şimdilerde çok sık kullanılan "tekmeye kafa sokma" deyimini, gerçekten yaparmış Basri Ağabey. Mehmetçik lakabını da bir maçta çenesi kırıldığı için almış. Namık Kemal'in "Vatan Yahut Silistre" isimli eserinde anlattığı askerler gibi savunurmuş kaleyi. Sakatlanmak falan pek umursadığı şeyler değilmiş. Sakatlansa dahi yerde şimdiki futbolcular gibi iki parende, bir takla atmaz, devam edermiş oynamaya. Çenesinin kırıldığı maçta dahi çıkıp devam etmiş oyuna. Onu canlı izleyenlerin anlattıklarına göre, onun görev yaptığı kanatta, sahaya yakın olanlar sürekli kemik sesleri duyarlarmış. Ruhu şad olsun, korkmazmış yani darbe almaktan. Öyle çok teknik bir oyuncu değilmiş ama son dakikaya kadar savaşırmış.
Şimdi gerçekten yok böyle futbolcular. Bir Lugano'muz vardı, onu da gönderdiler zorla. Topa ayak sokmaya bile çekinen orta sahalarla ve ne yaptığını bilmeden sahaya çıkan bir Bilica ile başlıyoruz maçlara. Merak ediyorum var mıdır acaba şu resmi Fenerbahçe soyunma odasında? Hani Gökay gibi genç oyuncularımız da görmüş müdür bu resmi?
Gelelim bu resme bakarak idmanlara çıkan bizlere. Hiçbirimiz futbolcu olamadık. O dönemden bir tek Mithat sanırım bir yerlerde top oynuyor. Sebebi ise Okocha. O attığı çalımlarla o dönemlerde bir tek onu örnek alıyorduk. Aklımızda ki tek şey kırmızı krampon almaktı. Bazen aklımıza Basri Ağabey geliyordu demek ki, o kadroda ki 4-5 kişinin bacakları veya ayakları kırıldı. Ama şunu öğrenmiştik hepimiz. Fenerbahçe ruhu denen şey Basri Ağabey gibi isimlerdi. Şimdi her Bilica'nın çubuklu formayı giydiğini gördüğümde korkunç bir hüzün kaplıyor içimi.
Allah rahmet eylesin Basri Dirimlili'ye. Umarım kızmıyordur ebedi uykusunda biz Fenerbahçe'lilere. İnşallah demiyordur "Benim giydiğim formayı, bunların giymesine nasıl izin veriyorsunuz!" diye.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder