19 Mart 2012 Pazartesi

Fırsatçılık ve Manipülasyon : Ünal Aysal



Ne yaptırdığı iddia edilen botoks, nede kanserli eşinden ayrılıp Yunan sevgilisine ada kapatması hakkında yorumda bulunmayacağım. Adamın özel hayatı. İsterse 5 çayını Paris'te içerken İtalya'dan pizza söyler, isterse Brezilya'lı bir modelin poposunu kendisine naklettirir. Bunlar beni ilgilendirmez. Zaten mantıklı ve biraz akıl sahibi bir kişi kendisine örnek alacağı insanları spor camiasından seçmez. O yüzden bir örnek teşkil etmiyorlar benim için.

Fakat son söyledikleri bize de cevap hakkı doğurdu. Bir Fenerbahçe taraftarı olarak her ne kadar geç kalınmış olsa da bazı şeyleri yazmak lazım.

14.05.2011 tarihinde yapılan seçimle göreve başladı Ünal Aysal. Kendisi göreve başlamadan önce yaşanan olayları hatırlamaması muhtemel. Hani o binlerce su şişesi atılan maçlardan falan bahsediyorum. 17 yaşında ki çocuklara tekmek tokat saldıran Galatasaray taraftarından bahsediyorum. Çatılardan düşen, bıçaklanan taraftarlardan bahsediyorum. Hatırlamıyordur büyük ihtimalle. Hatırlatırlar nasıl olsa bir gün.

Fakat kendisi seçim hazırlıkları yaparken sahaya atılan şişeden haberi olmadı mı dersiniz? Hani TT Arena'nın "büyük" reklamı yapılmıştı Avrupa gazetelerinde falan. Onları hatırlamıyor mudur? Peki final müsabakası sırasında yaşanan olaylara ne demeli? Kendisi yuhalandı hatırlarsanız, kültür seviyesi Everest dağı kadar olan centilmen Galatasaraylılar tarafından. Hatta iki cümle söyleyip susmak zorunda kalmıştı hani. Fenerbahçe ancak salon boşaltıldıktan sonra kupasını alabilmişti. O maçta centilmen Galatasaray taraftarı sahaya çiçek atmıştı öyle değil mi canlar?

Hadi şu ünlü 3 Temmuz olayına girelim. Resmi site vasıtası ile kendisi ''Galatasaray TV başta olmak üzere kulübümüzün tüm mecralarında konu ile ilgili program ve yayın yapılmaması kararını almış bulunuyoruz. Aynı hassasiyetin tüm Galatasaray camiası tarafından da gösterileceğine eminim'' demişti. Ne kadar durdu bu sessizlik sözü sonrası? Her fırsatta, her kamera karşısına geçtiğinde "şike" ve "Aziz Yıldırım" demedi mi? Hatta maçtan önce "Aziz Başkan içeride, benim gitmem doğru olmaz maça" falan diyen bendim öyle değil mi?

İşin komik tarafı bu açıklamalara gerçekten inanmış adam. Benim asıl şaşırdığım konu bu aslında. Yani Adnan Polat'da bu şekilde söylemlerde bulunurdu ama, belli olurdu yani söylemek zorunda olduğu için söylediği.

Şimdi başkanlık döneminden beri, Allah daha çok versin başarılar ardı ardına geliyor. Transferler tuttu, doğru bir takım yaptı Galatasaray. Hatta Ünal Başkan transferlerden o kadar memnundu ki, Fenerbahçe Alper Potuk'u transfer etmeye çalışırken, "o kadar paraya Arsenal'den hazır topçu alırım" diyecek kadar ileri bile gitti. Ama sonuçta Shaqiri'yi bile alamadı.

Şimdi yazının başlığına bir açıklık getirmek gerekiyor. Neden fırsatçılık, ve neden manipülasyon?

Fırsatçı kimlere denir bilirsiniz. Her olaydan kendilerine rant sağlamaya çalışan insanlardır bunlar. Ünal Aysal işte böyle bir başkanlık yönetimi sergiliyor. Manipülasyon ise "şike davası bizi ilgilendirmez" demesine rağmen her fırsatta, ama bakın her fırsatta, her röportajında bu konuya değinmesinden geliyor. Bir gün önce "x hakkında konuşmam" diyen adam ertesi gün "x çok rörörörö" diyor.

İnanın seçildiği gün çok sevinmiştim Ünal Aysal. Öyle ki, ezeli rakibimiz Galatasaray'ın içerisinde bulunduğu burhandan bu adam sayesinde kurtulacağından emindim. Fakat kendisi basit ayak oyunları ile yerini sağlamlaştırma yoluna gitti.

Peki sevgili Ünal Aysal. Borsada kendi taraftarınıza yaptıklarınızdan sonra bir gönül alma çabası mı bütün bunlar? Merak içinde bekliyorum bu sorunun size sorulmasını.

Buyurun bu olaylardan haberleri olmayanlar için gelsin.


Galatasaray Sportif AŞ’de Neler Oluyor? ile Haberdesin

ve daha sonra atmaya çalıştıkları kazık ortaya çıkınca düzeltmeye çalışmaları;


GS’a Bir Kazık Daha! ile Haberdesin

Aslında kendisine en güzel cevabı Ali Koç verdi ama, ahlaktan ve centilmenlikten bahseden bu adama bir yazıda biz yazmak zorundaydık. Yazıyı kendisinden bir alıntı ile bitiriyorum;

"Galatasaray ın 25 milyon taraftarının 20 milyonunun başbakanımıza oy verdiğini düşünüyorum..."

Dipnot: Ak Parti son seçimde 21 milyon oy almıştır. Diyorum ya, manipülasyon ve fırsatçılıkta üstüne yok diye (:

18 Mart 2012 Pazar

Aşk hiç biter mi?



3 Temmuzdan bu yana yaşanan bir süreç var herkesin bilmemesi gereken şeyleri bile bildiği. Biz taraftarların bile yaşadığı inanılmaz bir endişe ve gerginlik var. Zor elbette o sahaya çıkıp ter dökmek. Hemde fazlasıyla. Kim suçlu olabilirdi ki alınan bir mağlubiyetten sonra? Kime kızabilir, kimi suçlu gösterebilirdik ki?

İlk 22 dakika belkide bu sezonun en güzel 5 golü arasına girecek iki gol attı Fenerbahçe. Bırak Muslera denen panteri, Casillas olsa ne fark ederdi? Peki o mücadeleye ne demeli? Melo denen şahıs bile ne olduğunu çözene kadar maç farka gidebilirdi. Evet, nasıl ki biz direkten dönen son topta, Baros'un vuruşu direğe doğru giderken bildiğimiz duaları ettiysek, eminim Galatasaray taraftarları da ilk 22 dakika boyunca "ulan yine 4-6 gol falan yemesek bari" diye düşünmüştür. Öyle hızlı, arzulu ve istekli başladı Fenerbahçe. Sezonun ilk yarısındaki maç sonu yazdığım yazıda da belirttiğim gibi korkmadan oynadı Fenerbahçe, 22. dakikaya kadar.

Sonra ne oldu, neler yaşandı bilmiyorum. Fakat Aykut Kocaman'da bilmiyor. Bilse açık oyunumuz yüzünden maç 2-2 oldu demezdi, sanmıyorum. Takımın morali de, kondisyonu da o dakikadan itibaren bitti. Durdu o saniye takım. Ne ileri gidebildi, ne ileri gittiğinde geri dönebildi. Benzini bitmiş bir takım olduk o andan itibaren. Takımın tekrar yürümesini sağlayacak bir hamle dahi yapamadı Aykut Kocaman. Sanırım memnundu oynanan oyundan.

Galatasaray ise rakibiniz, kazanmak için yapacağınız basit bir şey var. Aslında basit değil elbette ama üzerinde kafa patlatmak gerektirecek kadar ince bir detay değil. Galatasaray'ın iki orta saha oyuncusu Melo ve Selçuk'a yaptığınız etkili bir pres, bütün takımı kitlemeye yetiyor. Özellikle de etkili kanat oyuncularınız varsa. Bu kadar basit işte. Fenerbahçe'de aslında ilk 22 dakika boyunca bunu inanılmaz iyi bir şekilde uyguladı. Top yaptırmayınca bu iki oyuncuya, golleri de buldu, oyunun da tek hakimi oldu. Yine o lanet 22. dakika geldiği anda bundan vazgeçti Fenerbahçe. Ya Aykut Kocaman istedi bunu, yada takım kendisi yorulduğu için durdu. Ama yinede burada Aykut Kocaman'da hata. Suç demiyorum bakın, böyle bir sezon içinde suç olmaz. Sadece ama sadece hata olur. Geçen sezon veya aklanıp çıkacağımız dava sonrası önümüzdeki sezon bu hataları yapsa Aykut hoca, işte o zaman suç olur.

Kim çöktü Fenerbahçe orta sahasında? Christian Baroni. Baktın olmuyor, artık basamıyor Baroni, alırsın oyundan yerine Selçuk Şahin'i koyar, en azından maçı kilitlersin. Peki Baroni 90 dakika sahada kaldı mı? Kaldı... Maçın en çok top kaybı yapan oyuncusu oldu mu? Oldu...

Stoch çıktı sonra. Stoch neden çıktı? Eboue'nin ileri çıkamamasının tek nedeniydi yahu Stoch. Zaten Eboue ileri çıkmaya başladıktan sonra belli değil miydi gol yiyeceğimiz? Hanginiz anlamadı, hanginiz hissetmedi bunu? Aykut hoca da hissetti bunu. Ama yaptığı yanlıştan başka bir yanlış ile dönmeye çalıştı. Christian'ı çıkartıp Dia'yı alacağı yerde, Alex'i çıkarttı oyundan. Sonra Mehmet Topuz çıktı, yerine Bienvenu girdi. Dia sol açık, Bienvenu sağ açık, pilleri bitmiş iki orta saha oyuncusu Emre ve Baroni + yaratıcılık konusunda önümdeki fincandan bile daha kötü Selçuk ile daha fazla yaslandı Fenerbahçe.

İlk maç sonrası da söyledim bunu. Guardı düşmüş bir boksör daha fazla yumruk yemez mi? Sen önde bu kadar savruk bir takım ile oynarsan, rakip daha çok yüklenmez mi? Yahu 6 oyuncu içerisinde çekineceğin tek adam Sow ise, Muslera bile gidebilirdi bizim kaleye. Galatasaray harika oynadı, bakın bunu yürekten söylüyorum. Ama buna çanak tutan Fenerbahçe'ydi. Bugün birkaç abimiz ile maçı değerlendirirken "bir geçen 2-2 biten Madrid-Barca maçında, birde bu maç bu kadar ezici bir futbol gördüm ben" denecek kadar ezici bir oyun değildi elbette. Fakat bunun sebebi tamamen Fenerbahçe. Yahu 22 dakika Galatasaray'ın başarılı pası 3-4 falan. O kadar abartmaya gerek mi var?

İlk maçta mağlubiyetin iki ana unsuru vardı. Birincisi Bilica'nın oynaması, ikincisi Bilica'nın oynatılması. Bu maç ise gereksiz bir korku...

Çok zor bir dönemden geçiyoruz. Herkes bunun farkında. Doğru bir kadro yapımız yok, en azından orta saha için konuşuyorum. Gol atmasını bekleyeceğimiz 3 kişi var sadece. Alex, Sow ve Stoch. Rakip bunu bilmiyor mu? Biliyor tabi ki. Sen bunları çıkarttıktan sonra kimle gol atacaksın arkadaş? Bu oyuncuların yerine defans oyuncusu alacak kadar mı korkulacak bir takım mı Galatasaray?

Son olarak genç kardeşim, adaşım Galatasaray'lı Semih. Maç sonrası "Bunu ancak Fenerliler yapardı zaten :):):):)):))):):" falan yazdın hani twitter'a. Bunun playoff ve önümüzdeki sezon maçları da var. Baskıyı kaldırırım diyorsan, sana şimdiden kolay gelsin :):):):):)))):):):

Konuk Yazar: Faruk Sipahioğlu



Ekşi sözlükten(badim olur kendisi) Faruk Sipahioğlu(xano22) ile konuşurken, Utah hakkında o kadar güzel şeyler söyledi ki, kendisinden bu yazıyı yazmasını istemem benim için şart oldu. Utah hakkında inanılmaz detaylı bir yazı hazırlamış sizler için. Keyifle okudum ben. Umarım sizlerde aynı tadı alırsınız. Teşekkürler Faruk, yazıların devamını bekliyoruz.


Normal sezonun üçte ikilik bölümünü 22-22 ile geride bırakan Utah Jazz Batı Konferansı’ndaki “ateş hattı”nın ortasında bulunmakta gün itibariyle. Konferans sekizinciliğini elinde bulunduran Houston Rockets’ın aldığı art arta mağlubiyetler, Portland’ın son 3-4 hafta içerisinde kendi kendini krize sürüklemesi ve yaklaşık 10 gün önce oynanan Lakers maçında Ricky Rubio’nun sezonu kapatması ile yeniden 8. Sıra için iddialı bir konuma gelen Jazz sezon genelinde olduğu gibi evinde deplasman maçlarına nazaran çok daha rahat oynuyor ve istedikleri sonucu zorlanmadan alıyorlar. Play-off yolunda şu günkü form durumu göz önüne alındığında en önemli rakipleri Phoenix. Suns ile hafta içinde deplasmanda oynanan maçta ilk yarı iyi performans sergileyip ikinci yarı dağıldılar ve sezon içi karşılaşmalarında 1-0 yenik duruma düştüler. Bundan birkaç hafta önce pek hesapta olmayan Phoenix’in destansı galibiyetler alması ve yarış içindeki tüm rakiplerinin istikrarsız sonuçları bir anda en öne fırlamalarına sebep oldu. Phoenix maçından hemen sonra, Kevin Love komutasındaki Wolves karşısında uzatmada alınan galibiyet ve Gordon Hayward’ın ortaya koyduğu takdire şayan performans yakın gelecek için yeniden umutlandırdı Jazz taraftarlarını.
Boyalı bölgeden istikrarlı olarak sayı bulabilen 3-4 oyuncuya sahip Utah, ortalamanın çok üzerindeki özveri ve mücadelesine ribaunt gücü ve boyalı alan üstünlüğünü de ekleyince dış şut zaaflarını gölgelemeyi başarıyor ve karşısındaki rakibin kim olduğuna aldırmayıp galibiyeti cebine koyuyor.
Utah’ın artılarından ve eksilerinden detaylı şekilde bahsetmeye geldi sıra.

OLMUŞ

- İkinci şans sayıları :

Utah istikrarlı olarak hücum ribauntlarını zorlayıp kolay sayı bulmasını gayet iyi biliyor ve başarıyla uyguluyorlar. Adını her geçen gün daha fazla duyduğumuz 91’li forvet Derrick Favors bu işin ustalarından. Üstün atletizmi ve belirgin ribaunt sezgisi ile çok kolay sayı bulabiliyor. Favors’ın yanında temsilcimiz Enes Kanter de maç içinde en fazla aldığı hücum ribauntları vasıtasıyla sayı buluyor. Skor yükünü çeken esas ikili Big Al (Jefferson) ve Millsap de her daim ribaunt kovalayan oyunculardan. Paul Millsap’in ne kadar iyi bir ribauntçu olduğu zaten biliniyor. Unutmadan, Jazz NBA’de ikinci şans sayılarında lider durumda.

- Yedeklerin Katkısı

Ligin en istikrarlı benchlerinden birine sahip Utah, çok göz önünde olmasa da gayet derin bir kadroya sahip. Kendini sürekli geliştiren oyunculardan olan Gordon Hayward takımın altıncı adamı olarak çok iyi iş çıkartmakta. (İlk 5’ten koptuğundan beri %60 civarında şut yüzdesiyle oynayıp maç başına 15 civarı sayı atıyor). Bunun yanında Jazz’in ne kadar sağlam bir uzun rotasyonu olduğu da biliniyor. Enes ve Favors özellikle 2. Çeyreklerde sert ve taviz vermeyen oyunlarıyla hücumu da ateşliyorlar. Favors hem hücumda hem savunmada etkili iken, Enes Kanter de muazzam ribaunt katkısıyla taraftarın gözünde değerini her geçen gün arttırıyor. NBA’de yıllardır şiddetli istikrarsızlığıyla ün yapmış C.J. Miles da gününde olduğunda can yakıyor. Başka bir şekilde açıklamak gerekirse Miles iç sahadaki bütün maçlar için önemli bir skor tehdidi. İç sahada maç başına 13 sayı üreten Miles deplasmanda ise yüzde 30’un altında şut atıp 6 sayı buluyor maç başına. ’11 NBA Draftı’nın 12 numaralı seçimi skorer Alec Burks atletizmiyle dikkat çeken bir oyuncu. Çabuk ve temasa dayalı oynamaktan çekinmiyor. Önceliği boyalı bölgeden sayılar bulmak. İstikrarlı bir oyun sergileyen genç oyuncu top çalma yeteneği ile de adından söz ettiriyor. Veteran oyun kurucular Earl Watson ve Jamaal Tinsley ise takımın abileri. Gerektiğinde tempoyu ayarlayıp sahadaki her bir oyuncuyu kolay bir pozisyonda topla buluşturup havaya sokmak için çabalıyorlar. Bu noktada basketbolseverlerin Indiana Pacers formasıyla hatırlayacağı Tinsley’nin performansı dikkat çekici. İki seneye yakın süredir NBA’de oynamamış Tinsley 3. Oyun kurucu olarak başladığı sezonda Earl Watson’ın sakatlığında sorumluluğunu fazlasıyla yerine getirdi. Son maçta 11 sayı ile oynayan Tinsley, geçtiğimiz hafta oynadığı 4 maçta ortalama 22 dakika süre alıp 9 sayı 6 asist ortalamaları tutturdu. En son Nisan 2010’da Memphis forması giymiş bir oyuncu için muazzam istatistikler. 12. adam Jeremy Evans Utah Jazz’in neşe kaynağı. Smaçların efendisi…
Jazz yedekleri bu sezon maç başına 35’ten fazla sayı üretiyor. NBA genelinde 5. Sıradalar.

- Skor Dağılımı

Kadro yapısının da etkisiyle Utah’ta neredeyse bütün maçlarda takımın herhangi üç oyuncu takımı hücumda sırtlıyor. Al Jefferson her daim bu üçlünün üyelerinden biri. İkinci adam genelde Paul Millsap oluyor. Normal şartlarda üçüncü oyuncunun da Devin Harris olması beklenir ama durum farklı. Birkaç haftadır Gordon Hayward takımın belki de 2. En önemli skoreri gibi oynuyor. Üç kontenjandan ikisini Al-Millsap ikilisine ayırırsak üçüncü skorer rolü Harris, Hayward, Favors üçlüsünden birine kalıyor. Üçlünün tamamlanamadığı günlerde ise maçın sonucunu tahmin etmek zor değil.

BU BÖYLE GİTMEZ!

- İç Saha – Dış Saha “Kutuplaşması”

İç sahada oynadığı 23 maçın 17’sini kazanan Jazz dış sahada alabildiği 5 galibiyetle Batı Konferansı’nın 4 deplasman galibiyeti bulunan Sacramento’nun ardından en kötü deplasman karnesine sahip 2. Takım konumunda. İç sahada da Oklahoma City, Lakers ve Clippers’ın ardından en iyi iç saha derecesine sahip olması da bir diğer şaşırtıcı nokta. 4 ile 14’ü toplayıp ikiye bölünce 9 sonucunu elde ediyoruz ki bu da Utah’ın Phoenix ile paylaştığı basamağa tekabül ediyor. Anlaşılmaz bir şekilde deplasman maçlarının tümünde takım adeta korkak oynuyor. Utah’ın deplasmanda kazandığı Charlotte ve Cleveland maçlarının hangi bölümü izleseniz durumu kısa sürede fark edersiniz. Dış sahadaki rezalet bench performansının acilen sona ermesi gerekiyor. Her deplasman maçı aynı geçmeye başladı çünkü. İlk yarı başa baş oyun ve olumlu skor. İkinci yarında dağılan bir Jazz ve 10-15 aralığındaki bir farkla gelen mağlubiyet.
Dur demek farz!

- Dış Şut

Jeff Hornacek’in emekliliğinden 2007’nin son günü yapılan Kyle Korver takasına kadarki 8 senelik sürede de Utah’ın en büyük zaafı olmuş dış şutlar Korver ve Wes Matthews’un takımı terk ettiği günden beri Utah’ın en belirgin sorunu olmaya devam ediyor. Raja Bell’in oyunda bir türlü bir etki bırakamaması, CJ Miles’ın katlanılamaz tercihleri sorunun daha da büyümesine ve bir kara deliğe dönüşmesine zemin hazırlıyor. Şutu kariyeri boyu eleştiri konusu olmuş Devin Harris’in takımda en yüksek üç sayı yüzdesine sahip 2.oyuncu (Bell %40) olması ve bu yüzdenin 35 olması durumu daha net açıklıyor. Son zamanlarda toparlanan ve tekrar geçen sezonun sonundaki gibi takımın en istikrarlı şutörü olma yolunda ilerleyen Hayward ise sezon başındaki formsuzluğunun etkisiyle yüzde 29 ile üçlük atıyor. Önceki bölümde adından övgüyle bahsettiğim Jamaal Tinsley 18 maçta 9’da 5 üçlük isabetiyle oynuyor. CJ Miles’ı ne siz sorun ne ben söyleyeyim… Böyle Play-off takımı olunmaz benden söylemesi...
- 4. Çeyrek Sonlarında Yaşanan Al Jefferson Kaynaklı Akıl Almaz Kaos
Bu kadar “detay” bir durumu bir faktör olarak ele almak kimilerine göre doğru olmayabilir. Ancak bu olay Utah’ın aldım dediği maçların ellerinden uçup gitmesine neden oldu ve olmaya devam ediyor.
Ofansif kapasitesi belli Utah zayıf rakiplere karşı maçlarının neredeyse hepsini kazanıyor ancak fark neredeyse hiçbir zaman 10 sayıyı geçmiyor. Çoğu maçın hikâyesi son çeyrek hatta son 5-6 dakikada tamamlanıyor. Utah takımı 4. Çeyreklerin sonunda neredeyse bütün topları kritik anlarda sokamadığı şutlar ve yediği bloklarla ün yapmış Al Jefferson’a teslim ediyor ve neredeyse yüzde yüz ihtimalle maçın son birkaç dakikasında onun üstünden dönen hücumlardan sonuç alınamıyor. Muhtemelen koç Corbin’den kaynaklanan bu sorun Utah’ın başını defalarca yedi bu sezon. Bu takıma yıllarını vermiş Millsap adına ben üzülüyorum açıkçası. Martın ilk haftası kazanılan destansı Miami maçının son hücumunda Jefferson pas vermek zorunda kalınca Harris pozisyonu basket faul ile sonuçlandırmış ve maçı Jazz’e getirmişti. 17 Mart gecesi oynanan Golden State maçının son hücumunda Jefferson’ın yokluğunda ilk 5 çıkan Favors Harris ile pick and roll oynayıp Biedrins’in faulüne rağmen smacı vurarak hücumu 3 sayı ile noktalamış ve Jazz maçı uzatmada Millsap-Hayward ikilisinin önderliğinde bu maçtan da galip ayrılmıştı. Dediğim gibi bunlar sadece istisnalar. Jefferson’ın son saniyede defalarca pozisyonu zorlayıp maçların kaybedilmesinde en önemli rolü oynadığını defalarca gördük bu sezon. Son dakikalarda Millsap ve Harris gibi değerli oyunculara da söz hakkı verilmeli kısacası.
Lakers, Thunder, Kings ve Nuggets maçlarını içeren 3+1’lik paket önümüze sunulmuş durumda. 1 galibiyet buruk , 2 zafer ideal 3.’sü lüks olur...

7 Mart 2012 Çarşamba

LeBron Passed It Again!

Utah maçının son saniyelerinde verdiği pas çok tartışıldı LeBron'un. Pas vermesini savunanlardan daha çok pozisyonu kendisi bitirmeliydi diyenler var. Teknik imkanlar(paint) el verdiğince bende pozisyonu anlatmaya çalıştım(print screen, kırp, yapıştır). Resimlerle LeBron'un ne yaptığı, ne yapması gerektiğini göstermeye çalıştım bir nevi. Ama öncelikle bilmeyenler, veya farkında olmayanlar için "isolation" hücum oyununu anlatmak lazım. Isolation aslında çok basit bir oyundur. Alan savunması yapmayan takımlara karşı, birebir pozisyonlarda etkili olan oyunculara alan yaratmak, yardım savunması geldiğinde ceza şutları bulmak amacına hizmet eder. Yani temel prensibi budur. Topu kullanmasını istediğiniz oyuncu haricindeki oyuncular boyalı alan ve çevresini boşaltır, yüksek post veya üçlük çizgisinin gerisinde bekler. Burada amaç hem yardım savunmasını geciktirmek, hemde birebir oynayacak oyuncu için hareket alanı sağlamaktır. Şimdi Miami-Utah maçının son 04.5 saniyesinde 99-98 gerideydi Miami. Takım bu oyunu oynamak istedi. İzlemeyenler için videoyu da gösterelim.



Hemen paint yardımına başvuruyoruz.



Şimdi bu resimde görebileceğiniz üzere, basit bir isolation oyunu oynanıyor. Diğer 4 oyuncu LeBron potaya gidebilsin diye alan açmışlar. Burada LeBron içeri doğru giderken Howard'ı geçmiş durumda. Hemen karşısına Millsap geliyor. Onun haricinde yardıma gelecek en yakın oyuncu C.J Miles. C.J yardıma yetişse bile potaya giden LeBron'a blok yapmak zorunda ve faul olma riski çok yüksek. Cüssesine göre hızlı bir oyuncu dahi olsa Millsap'ın fiziksel yetenekleri LeBron karşısında bir avantaj teşkil etmiyor. Yani LeBron istese potaya kadar gidip, atışını yapabilir.



Şimdi bu resimde gördüğünüz güzel oynanmış bir pick'n roll gibi gözükse de aslında Haslem'ın topu beklemediğini ve oyunun bu şekilde çizilmediğinin bir göstergesi.



Bu resimde de Haslem'ın boş durumdaki Chalmers'a pası vermeyişi oyunun çizilmiş bir oyun olmadığının kanıtı. Panikleyen Haslem ekstra pası yapmak yerine sevdiği bölgeden şutu tercih ediyor. Yine pick'n roll oyunu olmadığını gösteren bir diğer durum ise ribaund alacak oyuncuların potaya Haslem'ın şutu ile birlikte yönelmeleri. Yani pota altı zaten oldukça çok ribaund çeken Utah karşısında daha önceden orada yerlerini almaları ve box out yapmak için avantaj sağlamaya çalışmaları gerekirdi.



Son resimde ise LeBron'un yapması gerekeni anlatmaya çalıştım. Şimdi efendim LeBron birebir oynasa, ve potaya doğru gitse ya faul alacak yada potaya yakın bir mesafeden şutunu kullanacak.

Evet bu son şutu atmadığı için eleştirenler arasında bende varım LeBron'u. Maçı canlı izleyenler aslında tek başına skoru oraya getirdiğini biliyorlar LeBron'un, ama maç sonunda skor tabelasında Utah üstünlüğü yazıyor. Ayrıca kendisi için süperstar diyen bir oyuncunun, bisikletinin üzerine bile "king james" yazacak kadar egosu yüksek bir oyuncunun o şutu her halükarda atması gerekiyor. Kobe bu gibi bir pozisyonda üstelik çok erken ve saçma bir şutu kullanırken bile hakkında çıkacak eleştirilerden korkmuyor. Keza Kevin Durant bugüne kadar hiç elini taşın altına koymaktan çekinmedi.

Yıldırım Demirören



Geçtiğimiz günlerde buldum bu resmini Yıldırım Demirören'in. Türk futbolundaki sorunları çözmek için Federasyon Başkanı olunca kendisi, ilk sözünün de bu olacağı geldi aklıma. Sanırım yani.

Gazeteciler Cemiyeti



Masallar nasıl başlardı hatırlıyorsunuz değil mi? "Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde Türkiye'de gazetecilik etiği diye birşey varmış."

Ergenekon, Balyoz ve son olarak şike davalarının bize gözümüze sokarak anlattığı bir şey var. Medya kuruluşları artık gazetecilik etiğinden bir hayli uzakta. Birileri sürekli olarak birilerine yaranmak için haber yapmakta. İnsan "özgür" basının düştüğü halleri gördükçe üzülüyor. İsim vermeyelim ama bazı kişilerin yaptığı yanlı ve yalan haberler, bu kutsal mesleğin adını lekeliyor. Bu isimlerin karşısında durması gereken Gazeteciler Cemiyeti ise bu adamlara destek ve ödül veriyor.

Engin Belli ve Nihat Uludağ bildiğiniz üzere Türkiye Gazeteciler Cemiyetinin her sene düzenlediği "Türkiye Gazetecilik Başarı Ödülleri", "spor" dalında ödüle layık görüldü. Ödül alan Aziz Yıldırım'ın gözaltı fotoğrafıydı. Gelen tepkiler sonrası "aa biz yanlış yaptık, aslında şu haberlerine verildi" diyerek düzeltme yaptılar sonra. Devam ediyor yani masalımız, "Kalbur saman içinde, develer tellal iken, horoz imam iken, manda berber iken, annem kaşıkta, babam beşikte iken...".

Bu kadar pişkinlik yapılabiliyor evet. Kendilerinin yayınladığı ödül yönetmeliğinden devam edelim. Madde 2'de aynen şu yazmaktadır, "Her dalda yarışmaya katılacak yapıtların (burayı büyük yazmışlar birde) TÜRKİYE GAZETECİLERİ HAK VE SORUMLULUK BİLDİRGESİ normlarına uygun olması ön koşuldur". Kendilerine de ters düşmekteler. Bu Sorumluluk Bildirgesinin bazı maddelerini sizinle paylaşmak istiyorum.

E.Gazetecinin Temel Görev ve İlkeleri

4. Gazeteci; kaynağını bilmediği bilgi ve haberleri yayınlamaz; kaynak açık olmadığında, yayınlamaya karar verdiği durumlarda da kamuoyuna gerekli uyarıları yapmak zorundadır.

6. Gazeteci, bilgi, haber, fotoğraf, görüntü, ses, belge elde etmek için yanıltıcı yöntemler kullanamaz.

7. Gazeteci, kamuya mal olmuş bir şahsiyet bile olsa, halkın haber alma, bilgilenme hakkıyla doğrudan bağlantılı olmayan hiç bir amaç için, izin verilmedikçe özel yaşamın gizliliği ilkesini ihlal edemez.

9. Gazeteci, kendisine güvenilerek verilmiş bilgilerin, belgelerin kaynaklarını, kendileri izin vermediği sürece, mesleki gizlilik ilkesi uyarınca, hiç bir şekilde açıklamaz.

10. Gazeteci, çalıntı, iftira, hakaret, lekeleme, saptırma, manipülasyon, söylenti, dedikodu ve dayanaksız suçlamalardan kesinlikle uzak durur.

GAZETECİNİN DOĞRU DAVRANIŞ KURALLARI

Yargı: Hazırlık soruşturması sırasında soruşturmayı zaafa uğratıcı, yönlendirici biçimde haber ve yorumdan kaçınılmalıdır. Yargılama sürecinde de haberler her türlü ön yargıdan uzak ve kesinlikle doğruluğundan emin olunarak sunulmalıdır. Gazeteci yargı sürecinde taraf olmamalıdır. Yargı kararı kesinleşmedikçe, bir sanık suçlu ilan edilmemelidir. Haberlerde ve yorumlarda suçluymuş gibi değerlendirmeler yapılmamalıdır.

Kendi yayınladıkları SORUMLULUK BİLDİRGESİNDE bunlar yazarken, kalkıp bu normların üzerine basa basa haber yapan isimlere ödül veriyor Gazeteciler Cemiyeti. Kınama yayınlaması gerekirken üstelik. Hani biraz daha yüzleri tutsa 03 Temmuz 2011 tarihinde Sabah gazetesi internet sitesinin yayınladığı şu fotoğrafa ödül vereceklermiş.



Yine Türkiye Gazeteciler Cemiyeti tarafından kabul edilen 4 Şubat 1972 tarihli Basın Ahlak Kuralları çerçevesinde kınama yapmaları gereken isimlere tek tek ödül veriyorlar. Buradan da maddeler almak gerekirse;

3.Basın yoluyla namus ve haysiyet kırıcı yazılar yazmak veya iftira ve isnatlarda bulunmak, hakaret etmek, hediyeler kabul etmek ve sahibinin haberi olmadan aktarma yapmak ağır mesleki suçlar teşkil eder.

7.Herkesin namus ve itibarına hürmet etmek icab eder. Bir kimsenin şeref ve şöhretini zedeleyecek şekilde hususi hayatıyla ilgili haber ve yorumlar yapmak yasaktır. Yalnız memleket ve amme yararına yapılan bu çeşit neşriyat bu yasağın dışındadır.
Bir kimsenin itibarını zedeleyecek böyle bir haber yayınlandığı takdirde bu neşriyatta bahis konusu olan kimsenin yapılan neşriyata cevap vermesine müsaade edilmelidir.

9.Gazeteci bir haberi veya fotoğrafı almak için namuskarane usullere başvurmalıdır

1987 yılında kabul edilen Basın ahlak kurallarına bakarsak

1.Yayınlarda hiç kimse, ırkı, cinsiyeti, sosyal düzeni ve dini inançları nedeniyle kınanamaz, aşağılanamaz.

4.Kişileri ve kuruluşları, eleştiri sınırlarının ötesinde küçük düşüren, aşağılayan veya iftira niteliği taşıyan ifadelere yer verilemez.

7.Saklı kalması kaydıyla verilen bilgiler, kamu yararı ciddi bir biçimde gerektirmedikçe yayımlanamaz.

10.Yasaların suç saydığı eylemler, gerçek olduğuna inandırıcı makul nedenler bulunmadıkça kimseye atfedilemez.

Evet, bu bildirgeleri imzalarken bunlara uyacağınız yönünde yemin etmiştiniz değil mi? Ne diyorduk? "Eski hamam içinde develer top oynarken, horozlar tellal iken, pireler hamal iken..."

Bu ülkede doğruları yazdığı veya hükümetleri eleştirdikleri için ölen gerçek gazeteciler vardı. Hatta bu cemiyet basın şehitlerine ödüller bile vermişti. Yeri geldiği zaman bu isimleri o kadar güzel kullanıyorlar ki halen... Şimdi TSYD ile birlikte maşa olmuşlar maşa.

Gazetecilik hakkı ile yapanlar haricinde, belirli kesimlere yandaşlık ve yalakalık yapanlarla dolmuş. Kukladan farkları yok. Ve üzülerek belirtmek lazım, gazetecilik gibi kutsal bir mesleği, bu mesleği icra ederken yanlış yapanları uyarması, kınaması gereken Türkiye Gazeteciler Birliği bu kişilere çanak tutar olmuş.

Son olarak ulu önder Atatürk'ün 1924 yılında gazeteciler için söylediği sözleri hatırlatmayı kendime vazife olarak görüyorum.

"Türkiye basını milletin hakiki sesi ve iradesinin meydana geldiği yer olan Cumhuriyet'in etrafında çelikten bir kale vücuda getirecektir. Bu kale fikir kalesi zihniyet kalesidir. Basın mensuplarından bunu istemek Cumhuriyet'in hakkıdır. Bugün milletin samimi olarak birlik ve dayanışma içinde bulunması zorunludur. Toplumun esenliği ve mutluluğu bundadır. Mücadele bitmemiştir. Bu gerçeği milletin kulağına milletin vicdanına gerektiği gibi ulaştırmada basının vazifesi çok ve çok önemlidir."