24 Aralık 2013 Salı

Karar Verin Artık!

Komik, tuhaf bir ülke ne yazık ki bizimkisi. Kimsenin bir ortası yok. Taraftarlık fanatizmden, holiganlığa dönüşmüş ülkede. Düşünün, adam taraftarı olduğu takım ve siyasi parti arasında bile git gel yaşıyor. Karar verme mekanizması o kadar bozulmuş, neye inanacağını o kadar tuttuğu takım ve parti üzerinden belirler olmuş ki, gerçekleri görmemek için mücadele ediyor resmen. Bahsettiğim konu elbette ergenekon - şike - büyük yolsuzluk operasyonu üçgeni. Bunların ortak noktası ne peki?

Tabi ki Savcı Öz. Zekeriya Öz'ü hepimiz gibi bende Ergenekon Davasının savcısı olarak tanıdım. Hani şu askerlerin ülkeyi ele geçirme planı yaptıkları, bunun için sözde örgüt kurdukları dava. Pek çok arkadaşım gibi bende buna ihtimal vermesem de, şaibeli deliller ile pek çok subay ve üstsubay tutuklandı. Tam o bitti dedik, bu sefer sözde şike operasyonu başladı. Tam o bitti dediğimiz anda, büyük yolsuzluk operasyonu. Şimdiye kadar "Türkiye'nin Temiz Eller" savıcısı olan Öz, en büyük desteği gördüğü isim tarafından, "maşa" olmakla suçlanıyor. Evet, artık maşa olduğu gün yüzüne çıktı. Başbakan "tapelere ekleme yapıldı, deliller sahte" diyor. Evet biz 3 Mayıs sürecinden beri söylüyoruz hepsini. Hatta ve hatta, maşayı tutan ellerin adresini bile veriyorduk. O zamanlar bizimle dalga geçen arkadaşlar, şimdi ağızları bir karış bakıyor ekranlara. "Yahu bir dershane nasıl bu kadar olay yarattı arkadaş?" diyorlar. Olay dershane değil, olay güç dengeleri. Şimdiye kadar başkalarının gücü ile koltuklarını sağlamlaştırdıklarını düşünenler, kendi güçlerini kazandıklarını düşünenler, sırt çevirince eski güç kaynaklarına, savaş çıktı. Bu savaştan sonra da, eldeki bütün silahlar kullanılmaya başlandı. Dostluk sebebi ile saklananlar, düşman olunca ortaya çıkmaya başladı. O yüzden bu davanın gerçekliğini tartışmıyorum. Zekeriya Öz'ün yürüttüğü onlarca dava içerisinden sadece bu dava gerçeğe yakındır. Elbette, bundan eminim, abartmalar vardır.

Zekeriya Öz, cemaatin çıkarları doğrultusunda çalışıyor. Bakın bunu ben değil, Başbakanımız söylüyor. Okyanus ötesinden düğmeye basıldı deniyor.

Diyorum ya, biz bunu önce Ergenekon davası, sonrasında şike davası sırasında söylememiş miydik?

Biz "tapelerde montaj var" dediğimizde bize gülen başbakan, bugün aynısını kendisi söylememiş midir? Bir dönem, cemaatin elinde olan bu savcı ve polisleri, kendi siyasi varlığı bünyesinde kullanmış, sonrasında ilk defa kendisine döndükleri zaman görev yerlerinde almamış mıdır?

Bakın, medyanın bahsettiği adıyla, "BÜYÜK YOLSUZLUK DAVASI" başlayalı 4 bilemediniz, 5 gün oldu. Kaç emniyet müdürü yer değiştirdi? Hemen bilançoyu veriyorum size; "7 Emniyet Müdürü, 135 Polis Memuru, 13 Emniyet Müdür Yardımcısı, 101 Şube Müdürü, 14 Daire Başkanı". Komik gelmiyor mu size de?

Bütün bunlara rağmen, halen Fenerbahçe için şikeci denebiliyor bu ülkede. "Fenerbahçe şike yapmıştır" diye bağıran Rasim Ozan KÜTAHYALI'nın son yazılarından birinde, Fenerbahçe'nin nasıl bir tezgaha kurban gittiğini anlarsınız.

Anlamadınız diyelim, peki gösterelim...

Bu yazı, 31 Ağustos 2013 tarihinde Rasim Ozan KÜTAHYALI tarafından yazılmıştır; http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/kutahyali/2013/08/31/fenerbahce-ve-kara-propaganda-sefleri

bakın ne diyor ilk satırında.

"3 Temmuz 2011'den itibaren başlayan sürecin sonuna gelindi. Türk futbolundaki şike gerçeği artık enternasyonal makamlar tarafından kesinkes tasdik edildi. Bundan sonra geri dönüş yok. Aziz Yıldırım organize şekilde yaptırdığı kara propaganda operasyonlarıyla gerçeklerin üstünü örtebileceğini zannetti. Ama gerçekler gerçektir en nihayet hükmünü icra eder. İlk günden itibaren sonucun böyle olacağını yazdık, söyledik. Türk futbolunun en önemli kulüplerinden Fenerbahçe bu süreci çok daha az yarayla atlatabilirdi. F.Bahçe'nin çıkarına olan, Yıldırım'ın 4 Temmuz günü istifa etmesi ve yerini Nihat Özdemir gibi bir arkadaşına bırakmasıydı."

Bu süreç başladıktan sonra, dönüyor bir anda. Buyrun, buda 7 Aralık tarihli yazısı.

http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/kutahyali/2013/12/07/bir-kbus-kasabasinda-yasananlar

"Bir uzak diyarda küçük bir kasaba varmış. O kasabanın savcısı belediye başkanını devirmeyi ve devirdikten sonra da içeri tıkmayı kafaya koymuş. Bu kafasındaki darbe operasyonu kapsamında kasabanın hâkimi de savcıyla ortakmış. Uyduruktan bir iddianame bile eline gelebilse yargıç hemen kararı verecekmiş. Bu amaçla savcı bürosundaki ekibine montajlayıp çarpıtarak belli dokümanlar hazırlatmış. Hedef önce kasaba basınında kamuoyu oluşturulması yani ortam hazırlanmasıymış. O dokümanlar seçilmiş Başkan'a darbe yapmanın vasıtasıymış. Savcı amacını açık açık söylemekten de çekinmiyormuş."

Hala anlamadınız mı? O dönem "kupayı Trabzon'a getirmek için ince ayarlı çalışıyoruz" diyen bakanın, bugün oğlunun neler yaptığını görmüyor musunuz?

Bundan sonra karar sizin...








1 Aralık 2013 Pazar

Ayrılık



Orkun hayatının bazı anlarına hep fon müziği düşünürdü. Gülerken mesela, "Neşeli Günler" çalıyordu aklında. Ama bugün farklıydı. Bugün arkada gerçekten fon müziği vardı ve durumla hiç alakası olmayan bir şarkı, Jason Derulo'nun 2Chains ile düet yaptığı "Talk Dirty" isimli şarkısı çalıyordu. Burada tanışmışlar, burada sevgili olmuşlardı. Burası onlar için çok özel bir yerdi. Orkun ve arkadaşları, okula yakın olan ve popüler grupların ve şarkıcıların şarkılarının çalındığı bu cafeye mecburen gelmişler, Eyşan ve Orkun tanıştıktan sonra ise, buranın müdavimi olmuşlardı. Kapının hemen dışında duruyorlardı ve içeriden Jason Derulo'nun "Ben senin bindiğin uçağım, uluslararası, kucağımda birinci sınıf yer kızım" diyen sesi net duyuluyordu. İçeride kavga etmişler ve yollarını ayırmaya karar vermişlerdi. Zaten ilişkileri sallantıdaydı. Bu son darbe olmuştu. Artık vedalaşma vaktiydi. Hala birbirlerini seviyorlardı - en azından Orkun öyle olduğunu umuyordu- ve vedalaşmak oldukça zordu. İkisinin de gözleri nemliydi ve Orkun ağzında tuhaf bir tat hissediyordu. İyi yıkanmadan yapılmış ıspanağa özgü o pas tadına benzetmişti bu tadı. Eyşan'ın nemli gözlerine bakarken "demek ayrılığın tadı da varmış" diye geçirdi aklından. Jason Derulo şuan "Ama senin poponu açıklamak gerekmez" diyordu. Birden sarıldı Orkun'a Eyşan. "Neden beni sevdiğini hiç söylemedin?" dedi. Orkun "Hep söyledim ama sen anlamadın" dedi. "Nasıl yani? Birgün bile seni seviyorum demedin bana" dedi Eyşan. Orkun açıkladı, "Mesela "Hava bugün serin, kalın giyin" dediğimde seni sevdiğim için üşütmemeni istiyordum. "Orası tehlikeli bir yer, dikkatli ol" dediğimde, oraya gitmek için ısrar ettiğinde yanında gelmem seni sevdiğim içindi. Aslında ben her konuşmamda, her nefesimde seni sevdiğimi haykırdım ama sen anlamadın". Bu cevap sonrası utanan ve gözlerinden 2 damla yaş süzülen Eyşan "Yine de basit bir seni seviyorum diyebilirdin bir kere" dedi. "O zaman o söz anlamını yitirecekti. Okulun son senesi sana evlenme teklif etmeyi planlıyordum. Kabul etseydin, evleneceğimiz gün kulağına fısıldayacaktım o sözcüğü." diye cevapladı Orkun. Fonda Jason Derulo, "bu kızların ne istediklerini biliyorum, Londra’dan Tayvan'a" diyordu şimdi. Eyşan daha sıkı sarıldı bu kez Orkun'a. Orkun ise gözlerinden yaşların akmasını engellemek için sarıldığı Eyşan'ın montunu sıkıyordu. Aklına o an, "şuan keşke Kazım Koyuncu" çalsaydı diye geçirdi. Ama Jason Derulo, 2Chains'e sözü bırakmış, o da "uluslararası oral sex" diyordu. Ayrıldılar birbirlerinden. Orkun ellerini yumruk yapıp sıktı. Eyşan gayrı ihtiyari olarak çantasını açtı ve bakınmaya başladı. Ne yapacaklarını ikisi de bilmiyordu. Jason Derulo'nun şarkısı bitti ve Pitbull'un kiminle düet yaptığı belli olmayan bir şarkısı çalmaya başladı. "O zaman görüşürüz" dedi Eyşan. "O zaman görüşürüz" dedi Orkun. Ellerini şimdi ceplerine sokmuş, Eyşan'ın arkasını dönüp gitmesini bekliyordu. Aynı şeyi Eyşan'da yapıyor, ilk arkasını dönüp giden olmak istemiyordu. Orkun'un aklında arkası dönmüş giderken ki görüntüsü kalsın istemiyordu. Orkun birden hiddetle döndü, sonra tekrar Eyşan'a doğru dönüp birşey söylemek istercesine baktı, sonra tekrar arkasını dönerek yürümeye başladı. Aslında "bitmesin" diyecekti. Ama bitmişti ilişkisi ve doğalgaz borcu ödenmediği için gazı kesilmiş öğrenci evi onu bekliyordu.

Magna Derbiae!


Magna Derbiae, yani harika derbi. Son yıllarda izlediğimiz Real Madrid - Barcelona maçlarından bile daha zevkli bir mücadele, azim, hırs ve kararlılık gösteren oyuncular, bol pozisyon ve maalesef geceye damga vuran hakem hataları.

Maçtan önce Fenerbahçe'nin kadrosunun gerçekten çok iyi kurgulanmış olduğunu düşünüyordum. Mehmet ve Meireles Fenerbahçe orta sahasını tutacak, Alper ise ileride fırsat yaratmaya çalışacaktı. Zaten Fenerbahçe eksik kaldığı süre zarfında bile bu şekilde oynadı. Yani 25. dakikada Meireles atıldıktan sonra bile orta sahaya bir takviye gelmedi. Kuyt biraz daha fazla efor sarf etti o kadar. Zaten Fenerbahçe'nin en çok koşan 2. oyuncusu olması da bu yüzden. Aynı kanatta bek olarak görev yapan Gökhan Gönül ise, kendi normlarında kötü bir maç çıkardı. Tabi ki dün gece savunmada biraz daha fazla kalması beklenebilirdi, ama Gökhan'ın tecrübesindeki bir futbolcunun Fenerbahçe'nin yediği 2 golde de bariz bir şekilde ofsaytı bozması büyük yanlış sayılır. İlkini anlarım ama, ikinci kez aynı hataya düşmemeliydi. Ayrıca maç içerisinde kademe hataları da yaptı. Bu mücadele içerisinde göze batan hatalardı. Aslında 3 golde de hatası olduğunu düşünüyorum. Olcay elbette teknik bir oyuncu, tutulması zor bir rakip, ama ilk golde Olcay şut atarmış gibi yaptığı sırada Gökhan kayarak sahadan dışarı çıktı. Oradan şutu atsa ne olur?

Volkan için ise, birşey söylememe gerek yok sanırım. Fenerbahçe'nin kalecisinin yememesi gereken goller yedi dün akşam. Hatası var mıydı gollerde? Belki Almeida'nın gollerinde vardı. İlk golünde erken yattı, 2. golünde ise penaltı bile olmamasına rağmen ters köşeye yattı. Hareket edemese anlarım da, şut çekildiğinde ters köşeye yatmak, enteresan tabi ki. Beşiktaş dün gece sadece 5 şut attı kaleye. Bunlardan kaleyi bulan 3'ü gol olurken, diğer ikisi auta çıktı. Yani dün Fenerbahçe adına sahadaki en kötü iki isim Meireles ve Volkan'dı. Şüphesiz çok fahiş hatalar ile goller yemedi lakin, Fenerbahçe'nin kalesini koruyan isimden, diğer kalecilerden farklı birşey yapmasını beklemek benim hakkım. Volkan normalde o topları kurtarabileceği için eleştiriyorum şuanda, zaten Volkan'da o golleri kurtarabileceği için Fenerbahçe'nin kalesini koruyor.

Maçın adamı ise kesinlikle Tolga Zengin'di. Fenerbahçe'nin attığı 16 şutun, 3'ü gol olsa da, geri kalan 12 şutu Tolga kurtardı. Tam 12 gol pozisyonu yakaladı Fenerbahçe ve işin bence enteresan tarafı, Cruyff'un "top bizdeyken onlar gol atamaz" felsefesini benimsemiş ve şimdiye kadar bunu çok iyi uygulamış takımın, bu üstünlüğü Beşiktaş'a kaptırmış olmasıydı. Takımın eksikliğinden kaynaklanan bir durum değil, çünkü kırmızı karttan önce %60 gibi bir oranla top Beşiktaş'taydı. Fenerbahçe eksik kaldıktan sonra iyi oynamaya başladı bile diyebiliriz. Beşiktaş savunması ise evlere şenlik gerçekten. Beşiktaş savunmasının rakip takıma tam 12 gol pozisyonu vermesi, Biliç'in uykularını kaçırmıştır dün akşam.

Fenerbahçe'nin bir golünün sayılmaması ve iki penaltısının verilmemesini, Alves'i oyundan atmayarak telafi etmeye çalıştı Cüneyt Çakır. Fernandes tam yarım saat azarladı 90 dakika boyunca kendisini ama uyarıda bile bulunmadı. Emenike'nin Sivok'u ittiği pozisyonda ise çıkardığı sarı kart eksikti. Pozisyonun başında Sivok'un Emenike'ye yaptığı müdahalede sarı kartlıktı. Kırmızı kart ağır bir karar olurdu çünkü, Emenike kafa atmıyor pozisyonda. Çizgi hakeminin dudaklarını okursanız, "kafası ile itti" diyor. Şimdi ne farkı var bu ikisinin derseniz, Zidane'ın Materazzi'ye attığı kafa ile, Emenike'nin yaptıklarını tekrar izlemenizi tavsiye ederim.



Fenerbahçe iyi oynuyor yıllar sonra, iştahlı oynuyor ve mücadele ediyor. Böyle devam ederlerse, şampiyon olmamaları için hiçbir nedenleri yok.

28 Kasım 2013 Perşembe


Uzun bir süreden sonra, yani yaklaşık 16 ay sonra, ilk yazımı Fenerbahçe veya askerlikle ilgili olur sanıyordum fakat dün akşam ki Galatasaray maçı sonrası okuduğum çoğu blog'da Galatasaray'ın oynadığı futbol ve Mancini eleştirilse de, çoğu konuya değinilmemişti. İlk yazımız bu yüzden Galatasaray'a nasip oldu, böylece. Hayırlısı olsun diyelim.

Öncelikle sorunun Galatasaray'ın kadro yapısı ve Fatih Terim sonrası Mancini tercihinin yanlışlığıyla ilişkili olduğu, çoğu yerde yazılıp, çizilen bir gerçek. Mancini, klasik bir İtalyan teknik direktör. Yani bildiğimiz, yıllardır alıştığımız, hatta bazı seneler bize gına gelmesine sebep olan, tipik İtalyan futbolu oynatmayı seven bir teknik direktör. Yine İtalyan hocaların çoğu gibi, taktik dizilişinden de asla vazgeçmez. Farklı bir oyun sistemi veya farklı bir tempo ile oynatmayı düşünmüyorlar pek. Ancelotti bile alışkanlıklarından ancak Real Madrid'de vazgeçmek zorunda kaldı.

Bu kurulmuş takım, şüphesiz Fatih hocanın istediği oyunculardan oluştu. Yani mantalite olarak Mancini'nin tam zıttı bir teknik direktör tarafından. Fatih hoca tempolu ve risk alarak oynamayı sever hepimizin bildiği üzere. Mancini ise "önce savunmam sağlam olsun, nasıl olsa gol atarız" mantığı güden bir teknik direktör. İşte bütün sorunların kaynağı bu. Hücum için kurulmuş bir takıma, savunma oynatmak yani.

Mancini adı gezerken etrafta, bu birlikteliğin uzun soluklu olmayacağını, Ünal Aysal, bütün bu başarısız sonuçlara rağmen Mancini ile devam etme kararı alsa bile, Galatasaray'ın sezon sonu istediği yerde olmayacağını söylüyordum. Şimdiye kadar pek haksız çıkmış sayılmam. Bundan sonra da işlerin değişeceğini sanmam. Galatasaray borçları artmışken, Mancini'nin istediği gibi bir kadroyu, sezon ortası kuramaz. Hem oyuncu maliyetleri tavan yapmış olacak, hemde sözleşmesi bitmek üzere olan iyi futbolcular da sezon sonuna kadar gelecek teklifleri bekleyeceklerdir. Şüphesiz ki, önümüzdeki sezon yabancı sınırlaması söylendiği gibi sadece 6 oyuncu ile sınırlanırsa, yine Mancini'nin futbolunu oynayacak futbolcu bulmak zorlaşacak. Yani Mancini devam ederse, Galatasaray için önümüzdeki 2 sene karanlık olabilir.