27 Ocak 2012 Cuma

Uzatmaları Oynamak



Tamam Howard gibi bir yıldızı kaybetmeyi hiçbir takım istemez. Fakat bu gece yine 70 sayının altında kaldılar. Hornets karşısında 67 sayı atabildiler sadece.

Howard yine iyi bir istatistik yaptı. Zaten ligin en kötü takımında bile oynasa bu istatistikleri yapabilecek bir uzun Howard. Orlando'da ciddi bir isteksizlik var. Düşünsenize takımın lideri sizi bırakıp başka bir takıma gitmeyi istediğini defalarca söyledi. Hemde açık açık. Kafanızda "Howard gidecek mi, gitmeyecek mi?" sorusu ile oynadığınızı düşünsenize. Takımın genel atmosferinde inanılmaz bir isteksizlik var.

Şu iki maçta 70 sayının üzerine çıkamamak falan bunlar o kadar büyük problemler değil. Önemli olan oyuncuların artık kazanma isteğini kaybetmiş olmaları. Orlando artık Howard'ı takaslamak zorunda. Yoksa çok kötü bir tablo ile karşılaşacaklar.

19 Ocak 2012 Perşembe

Sow "Goygoyu" Başlasın!



Futbolcu hakkında bilgim yok abicim. Çoğunuz gibi 2-3 maçını izledim Sow'un. Zaten bu yazıda benim durumum da olup, "Sow başlasın" diye yazanlar için. Fransız ligi üstadı, Lille taraftarı ve Sow uzmanı durumundaysanız, okumanıza gerek yok.

Arada bende tabi ki Sow'un 2-3 maçını izledim, ama "hohoho(Kaan Kural gülüşü) sow başlasın" diyecek kadar bilgi sahibi değilim. Tıpkısının aynısını Güiza transferinde yaşadık çünkü.

Üniversitenin karşısındaki dandik cafede oturuyorduk Kayhan Bayrak ile. Sanırım yaz okuluna kalmıştık veya okul yaz tatiline girmek üzereydi. İspanya'da lig bitmiş, Ntvspor gol kralı olan "Güiza'nın" gollerini gösteriyordu. Çok iyi bir Fenerbahçe'li olan Kayhan'da, bende "oha ne kadar iyi topçuymuş, keşke gelse Fener'e" dedik. Sanırım Aziz Yıldırım'da aynı şeyi izlemiş olacak ki, tuttu getirdi Aragones ile birlikte. Bayram ettik ulan Güiza geliyor diye!

Sonra ne oldu? Anladık ki görünen köy kılavuz istiyormuş abi. Ulan Ntvspor bandında leblebi gibi gol atan adam, Fener'e geldi burnunun ucundaki kaleye topu atamadı.

Çoğunuz bu Sow isimli elemanın gollerini falan Youtube üzerinden izlediniz. Arkadaş o videoları hazırlayan adamlarda o kadar allayıp pullayıp gösteriyorlar ki en basit vuruşları sanırsın adam Rooney.
O yüzden heyecan yapmayın izlemediyseniz. Ben şahsen temkinliyim bu konuda. Kumaşı iyi bir topçu ama, sütten ağzım yandı benim abicim. Tevez falan tarzı bir yıldız gelmediği müddetçe kutlama yapmam.

Ha dersen, "Ulan Semih'in son hali ve Bienvenu'nün durumu sonrası Cenk İşler gelse takıma bayram ederim" o konuda haklısın işte. Hak veririm sana.

17 Ocak 2012 Salı

The King of Traveling: LeBron James



Tamam bende sıkıldım LeBron ve traveling şakalarından ama, artık abartmaya başladı hakemler. Bende dur en güzellerini seçip bloga koyayım dedim. İzleyin bakalım;













en başarılı olanları ise sona sakladım. özellikle şimdi izleyeceğiniz ilk video da yaptığı "ulan ne yaptım ki çaldınız düdüğü" bakışı ve hareketleri bunları ne kadar sık yaptığını ve hiç düdük çalınmadığını anlamanız için güzel bir fırsat.



Bulls Taraftarı ve Boozer



Bulls taraftarları "DNA'sında bir şampiyonun genleri yok" diyorlar genellikle Boozer'ı eleştirirken. Aldığı paranın çok yüksek olmasından dem vuruyorlar. Bir diğer gerekçe ise çok tembel olması. En azından onlar böyle düşünüyor. Haksız da sayılmazlar. Boozer özellikle savunmada o kadar tembel davranıyor yada uyuyor ki, dinamikleri savunma üzerine kurulu Bulls'un çok rahat sayı yemesine neden oluyor. Savunmada bir saniyelik uyumalar, adam kaçırmalardan, top kayıplarından ziyade, savunmanın en temel prensiplerini bile umursamıyor Boozer. Geçtiğimiz günlerde oynanan bir maçta (tam olarak hatırlamıyorum) Noah ve Rose ikili sıkıştırma (double team) yaparken, Boozer sayesinde sayı yedi Bulls. Neydi suçu?

Basketbol oynamış, izlemiş, dinlemiş, okumuş, duymuş herkesin bildiği, bilmesine gerek yok, mantıklı herkesin düşünebileceği bir kural vardır double team yapılırken; topa en yakın oyuncuyu tutmak. Yani arkadaşlarınız double team yapıyor, rakibinizden bir oyuncu double team'e maruz kalan oyuncuya yardıma gidiyorsa, yapmanız gereken tek şey o oyuncunun karşısında durmak. Peki Boozer ne yaptı? Olduğu yerde bekledi ve takımının 3 sayı yemesine sebep oldu.

Bunları her maç en azından 3-4 defa yapıyor Boozer. Az görünse bile 3-4 hücumda kolay sayı yemeniz maçın elinizden gitmesine bile sebep olabilir. Bu da basketboldan en çok anlayan taraftar topluluğu olan Bulls seyircisini çileden çıkartıyor. Tabi Boozer birde o gün maça konsantre olamamış ve şutları kaçırıyorsa, bu durum tepki gösterip ıslıklamaya kadar gidiyor.

Ayrıca Taj'ın ve Ömer'in savunmada yaptıklarını gördükçe Boozer'ın bu hataları daha çok gözlerine batıyor.

Son olarak şunu eklemekte fayda var. Bulls seyircisi Josh Smith'i takımlarında görmek istiyor. Tabi ki Atalanta yönetimi böyle bir takası gündemine bile almaz, almayabilir. Yine de olmaz dememek lazım.

Yok Artık Los Angeles Clippers



Özet geçelim, Howard D-Will ile Nets veya Mavs, olmazsa Kobe ile Lakers forması giymek istiyordu. Fakat Paul ve B.Griffin'in arasındaki kimyadan o kadar çok etkilenmiş ki, L.A Clippers'ı da takas olmak/oynamak istediği takımlar arasına katmış.

Böyle birşey olur, bu takas/imza gerçekleşirse pek çok pota altı oyuncusunun, Gunther abimizin "Ding Ding Dong" veya daha çok bilinen adıyla "Oh You Touch My Tralala" isimli şarkısını söyleyerek, hatta "bitch please" ifadesi takınıp şarkıyı söyleyerek pota altından kaçtığını görebiliriz önümüzdeki/bu sene.

Öyle pota altı mı olur lan?

Şaka Gibisin Ainge




Aslında bunu geçen sezon Perkins takasından önce yazmam gerekirdi ama Danny Ainge sanırım üşüttü. Bir leprikon gelip takımı yönetse daha başarılı takaslar yapar diye düşünüyorum.

Ne olmuştu geçen sene? Bu adam Kendrick Perkins gibi bir uzunu Jeff Green ve Nenad Krstic karşılığında Oklahoma'ya göndermişti hatırlayacağınız gibi. Peki şuan elinde ne kaldı Celtics'in? Sakat ve sezonu kapatmış bir Jeff Green.

Geçen sezon yapılması gereken bir şey vardı. İki O'neal'ın da bu sezon takıma katkı vermeyeceği kabak gibi belliydi. Bu yüzden biraz zorlayıp Perkins'e kontratta önerdikleri parayı arttırarak takımda tutabilirdi. Bunu yapmadı efsane guard Ainge. Tabi ki beklendiği gibi oldu ve pivot mevkisinin kan kaybı nedeniyle 4-1 kaybettiler Heat'e. Üstelik Ainge takımda çok fazla uzun var diye Semih'i de Cavs'a gönderdi.

Lokavt oldu ve sezon başladı. Celtics taraftarları takastan gelecek iyi bir pivot bekliyordu. Peki Ainge ne yaptı? Her takımın isteyeceği, "Big Baby" lakaplı Glen Davis'i Won Vafer ile Brandon Bass takasında kullandı. Durmadı, Rajon Rondo gibi en iyi 3-4 oyun kurucudan birini Chris Paul ile takaslamaya çalıştı. Tabi buradaki amacı Paul'ü daha sonra takasta kullanarak eksik parçaları tamamlamaya çalışmaktı. Tabi ki Rondo'nun motivasyonu dibe vurdu. O takımın kendi etrafında kurulacağını düşünürken, Boston o'nu takasta kullanmaya çalıştı.

Herkes Rondo'nun takasta kullanılmak isteneceğini biliyordu elbette. Fakat kimsenin beklemediği Chris Paul takasıydı. Howard takımdan ayrılmak isterken, teklif bile yapılmadı sanırım.

Durun, daha bitmedi Ainge'in yaptıkları. Daha sonra Oklahoma'dan Rondo ve Jeff Green karşılığında, Perkins ve Westbrook'u istedi. Oklahoma'nın şampiyonluktaki en büyük engeli Westbrook'un etrafında kuracaktı yani takımı. Düşündükçe tüylerim ürperiyor.

Peki şimdi ne olacak? Takas olmaz ise Free Agent olarak imzalayabilecekleri pivotlar şunlar;

-Fesenko
-Joel Przybilla
-Francisco Elson
-Erick Dampier
-Jarron Collins

Bunların dışında birde geri dönmek istediğini belirten Rasheed Wallace oldu ama Ainge yine gerek görmedi.

Şimdi kara kara düşünüyoruz. Bakalım Ainge ne gibi bombalarla gelecek önümüzdeki günlerde.

14 Ocak 2012 Cumartesi

Ordinaryüs'ün Ardından



Bir maçının tamamını bile izlemediğiniz futbolcular vardır. Sadece siyah beyaz maç özetlerinden gollerini izlemiş, sadece o kadarını bilirsiniz o futbolcu hakkında. Fakat bazı futbolcular vardır, hiçbir görüntüsünü bile izlememiş olsanız da efsaneniz olur anlatılanlar yüzünden. Metin Oktay, Lefter Küçükandonyadis, Baba Hakkı, Basri Dirimlili gibi onlarca örneği vardır bunun. Hiç izlemediğiniz oyuncuların giydiği formanın hakkını zamanımızda terleten oyuncular veremediğinde kızarsınız. Hayır "Lefter'in giydiği o çubukluyu" yakıştıramazsınız o oyunculara.

Dün akşam kaybettik Lefter'i. Hiç tanımadığım, ama varlığını hep bildiğim bir dedem varmış da, o'nu kaybetmişim gibi hissettim vefat haberini alınca. Şimdiye kadar gidip elini öpmediğim için ne kadar pişmanım. Hep erteliyordum, nasıl olsa o hep bizimleydi ve kalabalık olmayan bir organizasyon da belki bir iki dakika sohbet bile edebilirdim. Fakat dünkü acı haberden sonra yine tokat gibi çarptı "Ölü Ozanlar Derneği" filminde ki o muhteşem dörtlük;

Vakit varken tomurcukları topla. Zaman hala uçup gidiyor. Ve bugün gülümseyen bu çiçek, yarın ölüyor olabilir.


Sadece bana değil, bütün spor dünyasına bir tokat olmalı bu dörtlük. Fenerbahçe'li taraftarlar ve gazeteciler galeyana gelmiş, "Stadın adı Lefter Küçükandonyadis Fenerbahçe Stadı" olarak değişsin diyorlar. Bu zamana kadar aklınız neredeydi beyim? İlla ki bir efsanenin ölümünün ardından mı yapmak gerekiyor vefa işlerini? Hadi değiştirdik diyelim, o stadın kurdelesini rahmetli Lefter kesmedikten sonra ne anlamı var?

Son görevimizi yapmak, belki bir dua etmek için yarın mabed'de olacağım yine. O katıldığı ödül törenlerinde olduğu gibi yine uzak olacağım o'na. Bu sefer yanında Aziz Yıldırım çimlere kadar eşlik edemeyecek kendisine. Konuşmayacak, biz de hayranlık içerisinde bakamayacağız kendisine. Dua'mızı edeceğiz, hakkında ki konuşmaları dinleyeceğiz, sonra "Lefter çıktı sahaya, topu dikti havaya, bunu gören rakipler çıkamadı sahaya" diye tezahürat yapacağız. Ağlayanlarımız olacak aramızda, belki konuşma yapanlar arasında. O'nun naaşının üzerinden edebiyat yapan da olacak elbette.

Yakın dostlarının yanına mı gitti, orasını sadece Allah bilir. Fakat ben öyle olduğuna inanıyorum. Cennet kapılarından girdiğinde o'nu ilk karşılayan "İslam Çupi" olmuş, "nerede kaldın birader, bu Metin çok kızdırdı beni senin yokluğunda" diye takılmıştır. Hemen ardından Metin Oktay gelmiştir. O ciddi tavrını bırakıp sarılmıştır büyük bir hasretle Lefter'e. Sonrasında Hakkı Yeten ve nice Hakk'ın rahmetine kavuşan efsane futbolcular karşılamıştır o'nu.

Huzur içinde yat "Ordinaryüs".

9 Ocak 2012 Pazartesi

Aşk Üzerine



Bu akşam sana verdiğim sözü tutmadım evet. Açıkça söylemek gerekirse bunu neden sana bu şekilde söylediğimi bilmiyorum. Sanırım bu yazıyı okuyacağından emin değilim. Niyetimde zaten sana söylemek değil bu akşam alkol aldığımı. Özür dilerim senden. Pek özür dilemesem de çevremdeki insanlardan, neden bilmiyorum senden özür dileme ihtiyacı hissediyorum içten içe.

Bu gece neden aşk üzerine yazmak istediğimi biliyorum ama. Aslında çoğu zaman yazı yazmaya başlarken neden yazdığımı bile bilmeden yazıyorum. Bu yüzden sonradan pek çok düzeltme yapmak zorunda kalıyorum yazılarımda. Ama bu gece farklı, bu gece neden bu yazıyı yazmak istediğimi çok net biliyorum. Tabi ki son dönemde ısınmaktan dolayı kendi kendine kapanan bilgisayarım yazı yazmama izin verirse. Her ne kadar yazmak istesem de, eğer bilgisayar ben yazımı tamamlamadan kapanırsa yazmayacağımı da biliyorum.

Sanırım saat 4 yada 5 civarıydı. Bundan 10 sene önce, aşık olduğum kızın bir arkadaşını artık kardeşim diye nitelendirebileceğim bir arkadaşımla tanıştırmam ile başladı hikaye. 2 sene önce dünya evine girdiler. Küçüklüğümden beri merak ederdim aslında "ne demek bu dünya evi" diye ama bugün sanırım bunu anladım. Küçüklüğümden beri tanıdığım o adamın, bu akşam bana olan bakışlarından çözdüm "dünya evinin" ne demek olduğunu. Karısı evi terk etmiş, bir daha geri dönmeyeceğini söylüyordu. Sevdiğin insanın bir daha geri gelmeyecek olmasını sanırım benden daha iyi kimse bilemezdi o'na göre. Bu yüzden ve sanırım sırlarını açabileceği tek ve en yakın insan ben olduğumdan ilk önce beni aramıştı, karısı ile kavga ettikten sonra. Fenerbahçe'nin maçından sonra görüşmek üzere sözleştik. Yine bilgisayarım izin verirse yazacağım maç yazısında da belirteceğim gibi, ilk yarı bittikten hemen sonra çıktım evden. Yanına gittim. Bakışlarında bir hiddet görüyordum, biraz zaman sonra aşk, daha sonra acıma, sonra tekrar öfke. Bu hisler bana yabancı değildi. Bundan 2 sene önce ne zaman alkol alıp dertleşmeye başlasak, alkolün etkisiyle 8 sene önceye dönüyor, aynı hisleri tekrar tekrar yaşıyordum. Evet çok bilindik hislerdi bunlar benim için. Tam olarak bu kardeşim dediğim adamın ne hissettiğini anlayabiliyordum.

Uzun uzun konuştuk. Bu adamların önünde aşkı çok uzun bir süre önce bulup kaybettiğimden ve çektiğim acıları çok yakından bildiği için ağzımdan her çıkan lafı not edercesine bakıyordu bana. Bir altın değerindeydi bu sözler o'nun için. Çünkü sevdiğini kaybetmek üzereydi ve bir kurtuluş yolu arıyordu benim gibi olmamak için. Evet bunu bana o söylemedi ama içten içe bundan korktuğunu hissediyordum. Benim gibi olmak o'nun için korkunç bir şey olsa gerek. Bunun için o'nu yargıladığım da söylenemez. Pek çok gece bende kendime lanet okurdum eskiden.

Ben anlattıkça o daha fazla şey soruyordu. Mesela ilgi dozunu ayarlayamadığından bahsederken "sevgini söylemekle, bunu hissettirmek çok farklı şeyler" dediğim zaman, "nasıl yani?" diye sordu vakit geçirmeden. Aşık olduğum kızdan ayrıldıktan sonra o kadar çok didiklemiştim ki ilişkimizi tek başıma, kendime bir yol haritası çizmiştim. Bana göre yersiz veya alkolün gazına gelerek söylenen bir "seni seviyorum" yerine, "kalın giyin, üşütürsün" demek daha çok belli ediyordu sevgimi. Bakın saçma gelebilir bu söylediklerim size ama sevgilinizi önemsediğinizi göstermek "seni seviyorum" demekten daha yoğun bir şekilde anlatabilir sevginizi. Çünkü insan sevdiğini önemser, o'nu sakınır. Aslında bu arkadaşımın en büyük sorunu buydu. O kadar çok ilgi gösteriyor ve o kadar çok "seni seviyorum" diyordu ki, kelime anlamını yitirmiş, gösterdiği ilgi çok yapmacık duruyordu. Evet ben de farkındaydım karısını çok sevdiğini ama çok yavşakça bir hal almaya başlamıştı. Sanırım karısının en büyük derdi de buydu.

Bir diğer önemli konu ise çok yumuşak davranmasıydı bana göre. Neye taptığınızı yada neye inandığınızı bilemem ama bence Allah bizi yaratırken erkeği biraz daha baskın olarak yaratmıştı. Size göre evrim süreci bunun sebebi olabilir, ama hep aynı kapıya çıkarız bu konuda. Erkekler doğada kadınlara göre daha baskın yapıdadır. Feminist değilseniz demek istediğimi anlayacağınızdan eminim. Neyse, söylemek istediğim şey şu, bir erkek ve bir kadının ilişkilerinde belirli bir rolü vardır. Bu doğamızdan gelen birşey. Bunu değiştiremiyoruz ne yazık ki. Erkek daha baskın olduğundan kadını yönetmekle görevlidir sanki. Alınmayın vereceğim örnekten dolayı. Nasıl ki bir eşek arabayı çekerken semerleri biraz gevşettiğiniz de sizin istemediğiniz yollara giriyor veya çukurlara dalıyorsa, kadınları biraz rahat bıraktığınız an bundan huzursuz oluyorlar. Sayısız örnek verebilirim bu konu ile ilgili. Misal, kız arkadaşınız bir başka kız arkadaşı ile Taksim'e gidip eğlenmek istediğinde izin verdiğinizi düşünün. Olabilecek olan durumlar şunlardır;

a) Artık beni eskisi gibi sevmiyor, bundan dolayı beni umursamıyor. Baksana Taksim'e gitmemize bile izin verdi.
b) Demek ki diğer erkeklerin bana olacak olan ilgisinden çekinmiyor. Bu da beni kıskanmadığını, yani sevmediğini gösterir.
c) Peki biz gittiğimizde başımıza birşey gelse? O zaman biz ne yaparız? Baksana bizimle gelmeyi bile teklif etmedi!
d) Arkadaşları ile geceyi dışarıda geçireceği için izin verdi! Benim o'nu rahat bırakmamı istiyor!
e) Kesin başka bir kadın var!

Ve şunu unutmayın, bu saydığım maddelerin sonu hep "e" şıkkına, yani "kesin başka bir kadın var" a bağlanır. Savunma yapmanız bile artık olanaksızdır. Ne deseniz iş işten geçmiştir artık. Düğümü çözecek tek çare kalır geriye, o'da "özür dilerim" demektir. Bakın en masum düşüncelerimizle o'na izin versek bile, hep biz, erkek tarafı özür diler.

Peki, karşı çıktığınızı düşünelim. "Bende seninle gelirim", "bildiğimiz bir mekana gidin", "tanıdığın/bir arkadaşın mekanına gidin" dediniz. Hatta "hayır gidemezsin" dediniz. Uzattıkça uzatın bu bahaneleri. Yine karşınıza çıkacak tek cevap; "ama beni çok boğuyorsun" olacaktır. Yani işin iki ucu da boklu değnek.

Bundan sıyrılmanın, değneği ortadan tutmanın tek bir yolu vardır. Kız arkadaşınız veya karınızı arkadaşı ile birlikte mekana götürmek, mekanda bir bira içmek, görevlilerden birisine bu bayanın sizinle birlikte olduğunu ve yanına bir erkeğin yaklaşmasını istemediğinizi bildirmek. Hatta bu görevli ile konuştuktan sonra neden o'nunla konuştuğunuzu kız arkadaşınıza da anlatmalısınız. Daha sonra yanlarından kalkmak, belirli bir süreye kadar izin vermek bu işin püf noktaları. Mesela "saat en geç 2'de buradayım, o zamana kadar şu gördüğün görevli sizi izleyecek. Eğer sizi birileri rahatsız ederse hemen beni arayacak. İyi eğlenceler." demek, sizi çok büyük sıkıntılardan kurtarır. Evet, denenmiş ve etkisi onaylanmıştır. Hem istediği rahat ve güvenli ortamı yaratmış, hemde o'nunla ne kadar ilgili olduğunuzu o'na kanıtlamış olursunuz.

Arkadaşımın bir diğer sorunu da karısının kendisine çok fazla trip atmasıydı. Benden yine iyi bir tavsiye bekledi ama verebileceğim bir tavsiye yoktu. Kadın dediğin, ne kadar masum, ne kadar melek gibi bile olsa trip atardı çünkü. Bunun önünü kesmek mümkün değildi. Çünkü sıkıntılı olduklarında bunu size söylemez, sizin anlamanızı bekler kadınlar. O gün annesi ile kavga etmiştir ve bunu size açık açık söylemektense sizin o'nun annesiyle kavga ettiğini yada canının sıkkın olduğunu anlamanızı bekler kadınlar. İşte o anlamadığınız an, trip atmanın zamanı gelmiştir. Bundan kurtulmanın en etkili yolu ise "özür diliyorum" demektir. Sebepsiz yere. Öylesine. Hatta anlattıklarından birşey anlamamış bile olsanız, "özür dilerim" demeniz durumu kurtarır her zaman. Gerçi biz de kadınların bu dolaylı yoldan anlatımlarını anlamak, canlarının sıkıldığını kadınlar söylemeden anlamak isteriz ama, bu da bizim yaratılışımız. Biz trip atmayı yada dolaylı yoldan sıkıntılı olduğumuzu anlatmayı bilmediğimizden, kadınların bunu bu şekilde anlatmasını anlayamıyoruz.

Vakit ilerlemişti. Sanırım saat 1 falandı. İlk önce öfkeli gözlerle aradı karısını. İlk "alo" dan sonra gözleri şefkatle doldu, telefonu kapatırken ise mutlu. Karısına telefonda sesinin sert çıkmasına gayret ederek "hemen eşyalarını topluyorsun, az sonra gelip alacağım seni" demişti. Sonra telefonu kapattı ve bana 32 dişini birden göstererek "çok seviyorum abi o'nu ya" dedi. Az önce o sert ve emir verirmiş gibi kaşlarını çatmış adam, artık yavru kediye bakan bir kadının bakışlarıyla bakıyordu, merhamet ve aşk.

Sonra atladık arabaya, yolda bir iki çevirmeye takıldık hatta. Fakat benim askere gideceğim tarihin yaklaşması ve arkadaşın alkolün ve karısı ile barışmanın verdiği mutluluk ile "sizi seviyoruz" demesi sayesinde hiç alkolmetreye üflemeden geçtik bu çevirmelerden. Sanırım bu çevirmelerin hiçbiri trafik denetlemesi değildi. Pek de umursadığım söylenemezdi gerçi. Evin önüne geldik ve arkadaşımın karısının, benimde yakın arkadaşım olan kişinin gelmesini bekledik. Yüzü gülüyordu. Hatta sanki ilk defa tanışacaklarmış gibi elleri titriyordu. Dikkatli bakınca kulaklarının kıpkırmızı olduğu da belli oluyordu. Fakat karısı kapıdan görününce içinde ki mutluluk parıltılarını silmek istercesine ovuşturdu gözlerini. Karısının valizi bagaja koymasına yardım etti, sonra kapısını açtı. Sanki tekrar geri dönmesini engellemek istercesine bu söylediklerimi hep arkasına geçerek yaptı. Sanki karısı koşsa geriye doğru, o'nu tutup, bir daha asla bırakmayacaktı. Araba ile çiftimizin evine doğru yola çıktık. Kızın pek konuşası yoktu. Yüzünde yorgun ve sıkkın bir ifade vardı. Hikayeyi birde o'nun cephesinden ondan dinleyeceğimi biliyorum ama, bu geceyi birlikte geçireceklerini bilmek içimi rahatlatıyor. Arkadaşım eve doğru dönerken, sanırım "seni seviyorum" demek yerine, "aç mısın aşkım?" diye sordu. Yine bunu sert bir tonla söylemek istedi ama sesinden mutluluk çok net hissediliyordu. Hatta sesi titremiş ve kendisini çok sıktığını belli etmek istercesine neredeyse bağıran bir adamın ki gibi çıkmıştı. Aldığı cevap basitti; "hayır".

İkisi arabadan indi ve bana el sallayarak apartmanın kapısını açtılar. Bende tek başıma evimin yoluna koyuldum. Dönerken aklıma eskiden aşık olduğum kız geldi. Sözlükte takip edenler bilir, bir gece daha böyle olmuştu. Yine alkollü bir şekilde eve dönerken aklıma o gelmiş, iki bira daha alıp o'nunla ayrıldığımız telefon kulübesinin oraya gitmiştim. Biralar bittikten sonra telefon kulübesinin oraya da işemiştim. Bundan gurur duyduğum söylenemez tabi ki. Fakat bu sefer farklı birşey vardı. Artık o'na aşık olmadığımdan emindim. Sadece melankoli idi sanırım bana tekrar aynı şeyleri hissettiren, belki de arkadaşlarımın durumu. Yine aynı yere gittiğimde telefon kulübesinin arkasında ki parkın yıkılmış olduğunu gördüm. Ben aynıydım, elimdeki biranın markası ve kutusu aynıydı. Hatta telefon kulübesi bile aynı yerinde duruyordu. Fakat duygularım ve park değişmişti. Sanıyorum tekrar işedim mi diye merak ediyorsunuzdur. Hayır, bu sefer biralarımı bile içmedim orada. Dönerken yıllardır canım ne zaman çekse gidip kokoreç aldığım yere gittim. Biraz muhabbet ettikten sonra eve geldim. İçeriye girmem ile yoğun bir kokoreç kokusunun evi kaplaması bir oldu. Tıpkı çocukluğumda babam arkadaşları ile buluşup eve geldiği akşamlarda, uykumdan sarımsak kokusu ile uyandığımda ki gibi. Belki de bu yüzden nefret ediyorum işkembeden. Çünkü o dönemlerde pek sık görmezdim babamı. Sabah çok erken gider, akşam çok geç gelirdi. Hatta 1 hafta falan hiç görmediğim olurdu babamı aynı evde yaşamamıza rağmen. Aslında birilerinin kokuyu alıp uyandığından eminim ama kimse gelmedi "nerede kaldın sen" demek için. Bir saat oldu bu yazıyı yazmaya başlayalı. 2-3 haftadır odamda sigara içmediğim için, bu gece bira-kokoreç ve sigara kokusu birleşti. Sanki Kadıköy'de menüsünde kokoreç de bulunan bir birahanede gibi hissediyorum bu koku yüzünden. Tuhaf ama tanıdık bir koku.

Peki neden Marilyn Monroe'nun resmi var bu yazının başında? Neden kalpler çiçekler falan yok? Aslında tam nedenini bilmiyorum bunun. Gerçi kendime bile sormadım bu soruyu. Sanırım dünya üzerinde erkeklerin kendisine en çok aşık olduğu kadın o olduğu için. Belki de ilişkilerimde hiçbir zaman kalp çizen taraf ben olmadığım için.

Evet, bana göre bu şekilde ayrılıyor ilişkiler. Bir kalp çizip bunu sevdiğine veren, bir de çizmeyen taraf.

Şuan "Betty puf puf" isimli sözlük yazarının, sourberry'de yaptığı programa konuk olduğumda bana n"aslında senden çok ümitliydim, bildiğin düz bir adam çıktın sen" demesinin nedeni bu. O kadar çok üzüldüm ki bir kere kalp çizdiğim için, artık çizgilerimi hep düz çiziyorum sanırım. Kısacası aşk bir kere bulunan, kaybetmemek için savaşılan, kaybettikten sonra ise asla bulunamayan birşey. Bugün bunu tekrar anladım.